Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.

Bizden de: Çam sakızı çoban armağanı...!

28 Şubat 2010 Pazar

Facebook Tartışmalarından (TOPLULUK)

YABANCI: metaforu kaldırıp söyleyeyim..toplum yok olsun topluluk yaşasındır...toplum sistemdir, temsildir, şehirdir, karakoldur, yoldur, devlettir, işbölümüdür, yabancılaşmadır, güvenliktir, yasadır, ailedir; topluluk özgürlüktür, işbirliğidir, mülkiyetsizliktir, doğadır, doğaldır, kendindeliktir..
Atilla Yıldız: Topluluk içinde kural yok mudur?
Cahit Kızıl: yabancının değil belki ama bizim, yani insanoğlunun unuttuğu temel bir problem var: üremek..
hayvanlar aleminde üremenin, içgüdüsel olarak tabiatın kurallarına ve ihtiyacına göre kendiliğinden olduğu izahı kabul görüyor.. ama insanoğlu için bu bir dayatma değil.. insan dilerse üremeyebilir.. geçmişten devraldığı hiçbir şeyi yeni bir cana bedene aktarmayabilir.. insanın, kendisi henüz kendisiyle ve dışarısıyla meselelerini çözmeden, tüm yarım kalmışlıklarını apar topar, ben halledemedim evlat al biraz da sen uğraş der gibi ve sanki kirli çamaşırları makineye doldurur gibi alelacele bir rahme doldurmaya çalışmasından daha ağır bir cinnet hali düşünemiyorum.. arzu edilen, edilmeyen herşey ve tabii ki tarih, toplum ve sistem de insanoğluyla birlikte üreyerek varlığını ancak devam ettirebiliyor..
bence insanlığın temel problemidir üremek.. ve aslında şu an bu problemi çözmek için burda olduğumuz ihtimali de çok yüksektir.. problemi kara tahtaya yazdık, artık biliyorsunuz.. hiç böyle saçma bi şey duymamıştım, bu benim problemim değil diyenler muaf sayılsın hadi.. ama bunu olmalı ya da olmamalı, ya da şu koşullar altında belki olabilir ya da kendi bildiği herhangi bir şekilde çözmek isteyenler için sınav başlamıştır.. her şey serbest nerden isterseniz ordan başlayabilirsiniz.. sınav süresi: azrail zili çalana kadar..
Serpil Şengün: sana kesinlikle katılıyorum Cahit..
Atilla Yıldız: cehaletimi bagislayin, üremenin neden bir problem oldugunu anlamadim. Insanligin yuzlestigi ve neden oldugu problemlerle üremek arasinda bag kurmak mi gerekiyor? Bu su mu demek: Problemlerimizi cözmeden ürememeliyiz. Temelde topluluk yada toplum kavramlarini elestirmek yerine sinif gercegine deginmek yerinde olmaz mi? Örnegin sinifsiz bir toplum görece sinifli bir topluluga göre özgürdür kabulünü tahtaya yaziyorum. Selamlar.
Cahit Kızıl: atilla problemlerimizi çözdükten sonra da üresek, çözmedende üresek değişen bir şey yok.. ilk olasılık en fazla kaçınılmaz sonu bir süre geciktirecektir o da belki anarko sprey geciktirici yardımıyla.. toplum denilen yapının örgütlenmesinde bir mantık hatası var.. doğal hayatın içinde türler barış içinde yaşamıyor olsalar da birbirlerine kaotik bir şekilde karışmayacak derecede bir uzlaşma halindeler.. beslenme ve barınma alanlarının kendi aralarında belirginleşmesi gibi.. insan denen türün örgütlü toplumundaki mantık hatası şu; insan toplumu tabiattaki onca farklı türün kendi arasında paylaştığı işlevlerin tümünü birden kendine model almıştır.. ve onca işlevin tümünü bir tek türe, yani insana yüklemeştir.. insan türü bir yandan karıncanın işini yaparken, öte yandan aslanın ve arının ve tüm diğerlerinin işini de bir arada yapmaktadır.. onca şeyle meşgul olan bir türün, hem kendine hem de doğaya yabancılaşmasından daha kaçınılmaz bir sonuç beklenmemeli..
Atilla Yıldız: Cahit, bakış açını ilginç buluyorum. Haklısın elbette umutsuz olmak için binlerce örnek var.
Tarım toplumundan sanayii toplumuna evrilen insanlık kurduğu ekonomik sistemle talan düzenini açıkça meşru hale getirdi.Bunda teknolojinin gelişmesinin çok büyük etkisi var. Çünkü doğayla güçler dengesi bozuldu. Eğer hayvanlar birbirinin kökünü kazımıyorsa bu birazda güç dengesinin gereğidir. Bu dengeyi insandan yana bozan en önemli özellik hayvandan farklılaşırken insanın akıl denen ve bağ yeteneği kurmasını sağlayan özelliğinin gelişmiş olmasıdır. Ne yazıkki akıla olan aşırı tapınma insanın kendisini tanrı gibi görmesine, algılamasına yol açmıştır. İnsanlar tarım toplumunda hayatta kalmak için birbirine ihtiyaç duymakta idi ve bu aralarında ki iletişim, dayanışma ve dostluğun artmasına olanak sağlıyordu. Çocukluğumdan hatırlıyorum, bir köyden diğerine gitmek için saatlerce yürürdük ve bunu geceleri yapmak pek akıl karı değildi :) . Oysa şimdi ortalama bir çocuğu düşün. Muhtemelen şöyle hayal ediyor: Para bankadan gelir, domates manavdan, istersem almanyadaki dayımla görüntülü sohbet ederim, atladımmı arabaya, uçağa soluğu dünyanın öbür yanında alırım... v.s. İşte burada seninle hem fikir olduğum nokta inanılmaz doğaya yabancılaştığımızdır. Bu çağımızın en korkunç, en ivedi konusudur. Fakat insan aklı problem çözmeye de yarar. Eğer ben şimdi bu yazdıklarımı anlayabiliyorsam bunun üzerinde çözüm de geliştirebilirim. İnsan tamamen yokedici bir tür değildir. Yalnızca biraz geç anlar ve kabullenir, rahatını bozmak istemez. Bu da belki enerjinin korunumu prensibidir. :D Ama er gec bir alt üst oluş yaşanacaktır. Eğer bugün yaşamımı devam ettiriyorsam bu bir şeylere ümit duyabildiğim içindir. Bu alt üst oluşun sonucunu elbet bilemem ancak ümit edebilirim. Ve inanıyorumki bizler aynı ümitte buluşursak bazı şeyleri onarabiliriz. Sevgiyle...
Bereket Tanrısı Artemis: Yukarıda Yabancı'nın tarif ettiği topluluk kavramı komünal toplumlarda var olmuştur. Tarih boyu insanlar bunun özlemini çekmiş. Sosyalist düşünce bu özlemden ortaya çıkmıştır. Burada sınıf yoktur ortak kazanılan ortak tüketilir. Komünal toplumdaki üretim ilişkileri bunu gerektiriyordu. Ekonomi gelişip üretim ilişkileri değiştikçe toplum yapısı da değişmiştir.
Şeh Bedrettin "Kadınlar dışında herşey ortak." demiş. Arkasında birçok murit toplamıştır. Osmanlı devleti Fetret devrinden çıkıp birlik sağlamaya çalişinca, Bedrettin'in muritleri isyan etmiştir. Osmanlı hepsini ortadan kaldırıp birliği sağlamıştır. Çünkü ekonomik yapı ve üretim ilişkileri değişmiştir. Artık komünal toplumda yaşamak mümkün değildir.
Engels ve ondan alıntılar yapan Lenin "Devleti" anlatırken. Sınıfsız tolumu hep bu komünal topluma dayandırmıştır. Devletin sınıfların ortaya çıkmasıyla oluştuğunu anlatmışlardır. Evet devlet ekonomik orgütlenmedir. Değişik çağlarda, üretim ilişkilerine bağlı olarak, değişik şekiller almıştır. Bu devam etmektedir.
Marks yazılarında "Sol komünizim bir çocukluk hastalığı" adı altında beyanda bulunmuş, Lenin de Marks'tan alıntılar yaparak, bu adla bir kitap yazmıştır. Bazı sol koministler "Biz üretim yapısının ve üretim ilişkilerinin olgunlaşmasını bekleyemeyiz o bizim köleliğimizin devamına sebep oluyor" dediler. Marks ta yukarıdaki fikri yazdı ve haklı çıktı. Ölümünden yaklaşık bir asır sonra sosyalist ekonomi; rekabetin yarattığı teknolojik gelişmeye ve buna dayalı üretim ilişkilerine ayak uyduramayıp dağıldı.
KARL MARKS

19 Şubat 2010 Cuma

HİDROLİK SANTRALLAR

Baraj ve hidro elektrik santral.

Doğu karadeniz insanı yetersiz tarım arazisi nedeniyle hayatını zorluklarla ikame etmiş, bu nedenle ilerici ve devrimci hareketlerde her zaman ön saflarda gitmiştir. Yukarıda karşı çıktığınız HES'lere tepkinize bir anlam veremedim. Hayatımda böyle bir gerici yaklaşim aklımın köşesinden geçmezdi. Ne demek derelere hidroelektrik santralı yaptırmayız. "Su akıp delimi bakacak" yani. Biliyorsunuz hayatımızı ikame ettirmemiz için en önemli şey enerjidir. Enerjilerin en kulanılabiliri de elektrik enerjisidir. Yeterli elektrik elde edebilmek için, insanlığın elinde üç büyük kaynak vardır. "Fosil yakacak, Atom enerjisi ve suya dayalı Hidrolik potansiyel enerjidir" İlk ikisi çevereye en çok zarar veren kirli enerjilerdir. Hidrolik enerji ise cevreye faydası olan en temiz enerjidir.
Bir saat elektriğiniz kesilse deliye dönüyorsunuz, lambalarınız sönüyor karanlıkta kalıyorsunuz, çamaşır makinaniz, bulaşik makinaniz duruyor, kombiniz duruyor sovukta kalıyorsunuz, izlediğiniz dizi en güzel yerinde kesiliyor, sözün kısası hayatınız duruyor, medeni yaşantınız bir anda mağara devrine dönüyor. Biliyormusunuz elektrik tüketildiği anda üretilir, akü dışında büyük miktarı depolanmaz, yaktığınız her lamba elektrik santralını daha fazla enerji üretmeye zorlar.
1973 yılinda devreye giren Hopa termik santralını Almanlar ve Japonlar yaptı. Santral fuiloil ile çalişiyor. 1977 de bende o santralda çalışıyordum. O yıl petrol krizi baş gösterdi santral durdu. Yeni santral ilave edilecek arsaya 380 Kv tırafo konulup Rusya'dan enerji alındı.
Santralı kuran japonlar çevreyi gezerken Çoruh nehrini görmüşler ve şöyle demişler. "sizde hiç akıl yokmu burada böyle çok su taşıyan nehir varken fuil oil santralı yapıyorsunuz." Santral 1973 ten 1977 ye kadar dört yıl süreyle çalişmakla çevreye o kadar zarar vermiştiki. Hopa dağında santral üzerindeki tepeler sararmaya başlamış, ağaçlar kuruyordu.
Hopa termik santralı yapımından tam 30 yıl sonra Çoruh nehri üzerine barajlar yapılmaya başlandı. Barajların kapsadığı alanlarda doğru dürüst hiç bır tarım alanı yok sadece çıplak kayalık alanlar. Buradaki suyun varlığı ortam rütübetini artıracak iklimi değiştirecek çevre dahada yeşerecek. Arazilerden sürüklenen topraklar Batuma taşınmayacak gene bizim topraklarımızda kalacak. Baraj ömrünü tamamladığinda tarıma elverişli alan meydana çıkacak.
Bu gün dünyada petroldan sonra en kritik madde sudur. İsrail Antalya sınırları içinde Akdenize dökülen Manavgat çayının suyunu istıyor. Neden bu su Toruslar delinip kendi topraklarımıza Konya ovasına çevrilmesin. Kurak yıllarda büyük şehırlerimizin ne kadar susuzluk çektiğini biliyoruz. Ankara belediye başkanının zora kalıp kaç şehrın kirlettiği Kızılırmak suyunu halka içirdiğini de biyoruz. Oysaki dünyanın en temiz suları doğu karadeniz derelerinde akmaktadır. Neden bunların önüne set çekip tertemiz sularımızı biriktımeyelim. Barajların kaplayacağı alalarda doğru dürüs tarım alanı olmadığından buralarda nufusta kalmamıitır. Şehirlere taşınmıştır. Sizler mitink yopma olanağını ancak bu şehirlere taşınan insanlarla, şehirlerde gerçekleştirebiliyorsunuz.
Barajlarda toplanan su miktarı su seviyesini yükselteceğınden bu seviyedeki suyu daha aşağılarda ki tarım alanlarına taşıyıp buraların sulanması olanağı doğacak. Çevreyı canlandıracak çevreye faydası olacak. Derin kayalık derelerden akan suyun söyleyin kime faydası var.

Yaşar Yalanuz: şefim sana katılıyorum dogru yazmışsın.

Bekir Sıtkı Sualp: arkadaşın değerlendirmesine katılıyorum.

Aziz Ibrahim Topbaş: söylediklerinize katılmakla beraber böyle önemli şeylerin halk la beraber halka inilerek (yerel yöneticilerle ) aşılacağını umuyorum sonuçta derelerin ıslah edilmesi elzemdir hem bu erozyona da önleyecek dediğiniz gibi ekilebilecek tarım arazileri oluşacak bi zaman sonra doğal bi enerji kaynağı bu..yapılan tüm hizmetler halkın yararınadır buna inanıyorum bölge insanıyla beraber sorunları konuşulursa çözüleceğini sanıyorum ..saygılarımla..

Nazım Keskin: teşekkür ederim yorumunuza aynen katılıyorum

Bahadır Metan Enveroğlu: ...gelecekte milletimize hayırlısi neise o olsun ,yorum doğrudur sayğılarımla...!

Ismail Susan: Boşa akan suyun dereninin ne faydası var.kendi yaylamızdan içme ve sulama suyu getirmemizi engelliyen kokliyetliler ve meydancıklılar birazda onlar anlasın suyun kıymatini.çevreye ve doğaya hiçbir zararı olmayan santrallerin kurulmasını destekliyorum.ve dutlu köylülerin bu yürüyüşe katılmamalarını istiyorum.
DUTLU KÖYLÜLER OLARAK HESLERE DEVAM -EVET

Esen Maral Keskin:
Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser...
Karl Marx

Katıldığım görşleriniz olmakla beraber, bu kadar çok temiz enerji kaynaklarımız varken -"doğanın kılına dokunmayacak"- bunca hırs ve inatı nedendir bu iktidarların? Siz daha iyi bilirsiniz, güneş, rüzgar, jeotermal, ve birçok yeni "doğal ve zararsız" enerji kaynakları varken..

800 deremiz satılmadı mı yerli yabancı para babalarına, HESlerden üç kuruşluk elektirik üreteceğiz aldatmacasıyla, ormanlarımız yayla ve meralarımıza göz koymadılar mı, derelerin suyu halkın kuşun kurdun damarlarından çekilip, tünellerle "pet" şişelerle bize satılmayacak mı... görülecek tamir edilemez zararların telafisi olmadığını düşünüyorum..

(bir de, savsat.com'da Ethem Kara'nın yazılarına bakmanızı öneririm. kendisinin, bölgemizdeki tapu kadastro "masalından" bu HESlere kadar çok ilginç bulduğum yazıları var..)

Saygılarımla..
Esen

Nurdem Yildız:
TEK'te Termik santralda enerji üretim mühendisi olarak çalişmış bir kişi olarak söylüyorum. Yukarıda saydığınız (nüneş, rüzgar, zeotermal) enerji üretim sistemlerinin sadece adı var.
Rüzgar: Gördüğnüz rüzgar gülünün saattaki üretimi devamklı dönerse 1.25 MW enerji üretir. Onlardan 30 tanesi Bandırmada var en küçük bir termik santralın üretiği enerji (Hopa'daki 25 MW) 'a eş değerdir. Ruzgar esmediği zaman dururlar, Bu değere hiç bir zaman ulaşamazlar.
Güneş: Binanın çatısı güneş panelleriyle kaplansa, ürettiği enerji tabii güneş olurs gece oda yok sadece bir dairenin enerjisini karşılamaz.
Zeotermal: Suyun çıkış sıcaklığı 80 derecedir. Bununla enerji üretmek için 140 derece buhar elde etmek gerekiyor, yine fosil kaynağa ihtyacın var. Sadece ön ısıtma gibi bir işe yarıyor.
Benim yazıda da belirtiğim gibi yeterli enerji elde etmek için üç temel katnak var. Fosil yakacak, atom santrali, hidroelektrik santral. Enerji depolanamadığından tüketildiği anda üretildiğnden, yukarıda adı olup kendi olmayan enerji çeşitleri kendi halleri ile hiç bir ihtyacı karşılamaz. Sadece mevcut sisteme birazcık katkısı olur. Ayrıca barajlar erezyonu da onler. İlk bahar gelip sular kabarınca etrafta ne kadar tarla varsa alıp göturüyor. baraj bu suyu tutacak bir daha derenin götüreceği sel diye bir şey olmayacak. Baraj dereye istediği kadar su bırakacak. Doğal afet dizginlemiş olacak. Baraj ömrünü 1000 yılada tamamlıyor. Dolunca yep yeni düzgün tarım arazisi ortaya çıkacak. Atom santralı ömrünü 40 yılda tamamlıyor. Hidroelektrik santral en zu ömürlü enerji kaynağı olmuş oluyor. Bin yıl sonra Tortum şelalesi Niyagara şelalesi gibi su yüksekten aktığından su olduğu müddetçe enerji üretmeye gene devam edecek. Şimdilik bu kadar yeter. saygılarimla, selamlar.
Boşa akan dere