Doğanın Tasviri:
Göller bölgesi,Velat düzlüğü ovası, yaylalıklar ve bu yere yaya bir günlük ötede, güney batıda Şavşat ilçesi, dahada uzaklarda kalan Çoruh vadisi, velhasıl dört bir yan karanlıkta kaybolmuştu. Bulutlu havada tek bir yıldız bile gözükmüyordu. Ortalık zindan gibiydi. Gecenin sessiz karanlığı, üzerine kapkara bir örtü gibi örttüğü tabiatı yutmuştu sanki. Yüksek yerlerde böylesine karanlık gecelerde, havaların bulutlu olduğu zamanlarda gökten nem dökülür. Damlalar bin parçaya, beş bin parçaya bölünür usul usul toprağa inerler. Bu çisedir. Şafak atana dek her yan, köşe bucak, yolların tozları, çiçeklerin tepeleri, yaprakları ıslanır. İşte böyle bir geceydi. Arsiyan yaylasının doğasının mozayığını kucaklayan efsunlu bir ninniyi arada bir bozan çakalların uzakladan gelen seslerine, köpekler uzun, uzun ülüyerek karşılık veriyordu. Çelik kadar sert taşlardan örülmüş köhne yayla evlerinin taş duvarlarının arasından sızan, ocaklarda yanan çıra ve kütüklerin olgun, kirli sarı ışıkları gece karanlığından korkarmış gibi titrek ve zayıftı. Sisli havanın ıslak çisesi yere inerken, vakit ilerliyordu. Ocakların solgun parıltılı, cılız ışıkları tek tek sönüyordu. Şimdi burada mevsimin canlandığı zamandı. Demirkapı, Cevizli, Kayadibi, Yaşar, Sayılıca köylerinin yaylacıları, yaylaklanmak için çoktan gelmişlerdi...
Mayıs ayının sonları, hazıran ayı başları yada ortalarına doğru dişi kartallar, baykuşlar yuva kurar, gurk (kuruğ) olurlar. Mavi ibikli, kırmızı kanatlı yaban horozları sürüler halinde kayadan kayaya uçarak, Arsiyanın çukurlu, çıkıntılı ovasında yuvalanan göllere iner, karınlarını oralarda doyururlar. Mayıs, hazıran ayları dağ keçilerinin doğum yapma zamanıdır. Kadınlarda çocuk getirirler dünyaya, oymaklarda. Vede gece karanlığı gözükmez tuzaklar kurar Cindağının eteğinde. Bir üçgenin üç köşesi gibi bir mevki arzeden güzergahta yuvalanmış Boğa, Koyun (Davar), Çimli (Sedeva) göl; iz bilmez yad bir yolcu, azılı bir at, yaşlı bir kurda mezar olur kimi zaman. Gözün gözü göremediği bulanık, nemli sislerin yukarılara isteksiz yürümesinin ardından güneşin gözü açılır ve gün vurur yamaçlara. Işıltılar eteklere dökülünce göllerin tuzakları ortadan kalkar. Kırmızı kanatlı, mavi ibikli yaban horozları bölük, bölük göllerin sularına iner. Keskin, uzun ve garip çığlıklar dolaşır kayadan kayaya. Sonra sesler bir araya toplanıp uğultu halini alır, göllerin sularının yüzünde gezip dururlar...
Bir cehennem azabı yaşıyordu ortalık. Ne güneş, ne ay, ne gündüz, ne de gece belliydi. Fırtınaya, kasırgaya teslim olmuştu tabiat. Kalay rengindeki sisi soluyordu canlılar. Bir kin, bir bela kusuyordu gökyüzü doğaya. Sağmallar, koyun sürüleri, at yılkıları, yabani hayvanlar açtı. Göz açtırmıyordu gök. Yağmur, rüzgar, soğuk, sis, bir kasırga almış gidiyordu başını. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Burnunun ucunu göremiyordu kim, kimse, ne de hayvanlar. Her canlı yuvasına, ikamet ettiği oyuğa sinmiş, var olan tabiatın mozaiği gözlere hitap etmiyordu. İşte böyle bir zamandı. Hesap hesabı tutmuyordu. Güneşe, görülen gökyüzüne hasret kalındı. İnsanlar neşesiz, köpeklerin karnı incelmişti. Pus deniyordu bu sisin adına. Kirli aliminyum renginde, yumuşak, uçsuz bucaksız duvar gibiydi. Ne kopardıysa sildi götürdü fırtına. Süpürecek başka şey bulamıyan rüzgarın sesi yalın ve acı çığlıklıydı. Kulaklar zongulduyordu dinmeyen bu uğultuyla...
Kül rekli bir kartal, Gençiyan tepesinin en üst, gölgesiz zirvesinden havalandı. cindağının üzerine sürtünürcesine geçti, göllerin bulunduğu yere sağıldı. Olduğu yükseklikte yarım saat kadar, gökyüzünde kavisler çizerek döndü. Sonra gittikçe alçaldı, aşağıdaki çatal zirveli, kahverenkli kayalıklı küçük birer tepe arzeden yerin kuytu eteğine yuvalanmış Büyük gölün sularına yaklaştı, gökyüzündeki kavisler küçüldü, gittikçe azaldı. Bu gölün kıyısında cansız yatan bir boğa leşinin on adım ötesine indi. Kanatlarını açarak leşe yaklaştı, sivri gagasıyla yokladı. Boğanın arka bir budunu yemekte olan yaşlı tilki, gelen misafire bozulmuş olacak ki, tüyleri dikleşti uzun kuyruğunu arka padançlarının arasına sokuşturdu, belinin arkasını kabartarak kamburlaştı, üst dudağı kalktı aralandı. İki sivri diş güneş ışığında parıldadı. Kartal tilkiye aldırmadı, üzerine yürüdü. Kül renkli kanatlarıyla havalanır gibi yaptı, gagasını açıp açıp kapadı, yüzünün her iki yanının, başının tüyleri dikleşti. Tilki geriye çekildi, yenilmişti. Başı yerde döndü. Gölün akağı dereden aşağı süzüldü. Hızla, yeni bir av bulmaya gitti. İşte o an Arsiyan yaylasında, şafakla beraber bütün sağmallar, koyun ve at yılkıları yaylalığı terk etti. otlağa çekildiler. Gökyüzü lekesizdi. o akşam toprağa çise yağmamıştı. Bir saat önce, yüksek yerlere gün vurmuştu. Göz kamaştırmayan, yavaş yavaş ısıtan sabah güneşinin tel tel sarışın ışıkları bir gün önceden kalan, otların başlarındaki çisesini buğulandırıyordu. Bu ışıltı öyle berraktı ki ikiyüz, üçyüz metre ötede, çimenlerin üzerine iyne dikilse görülürdü. Topraktaki yuvalarından çıkıp dolaşan siyah renkli, kambur sırtlı ot böcekleri sazotlarının arasında ışıl ışıl parlıyordu...
YAZAN:Faruk Albay
Zıraat teknisyeni
(Boğa Gölü romanından alınmıştır)
Velat Yaylası Yerleşim yeriMayıs ayının sonları, hazıran ayı başları yada ortalarına doğru dişi kartallar, baykuşlar yuva kurar, gurk (kuruğ) olurlar. Mavi ibikli, kırmızı kanatlı yaban horozları sürüler halinde kayadan kayaya uçarak, Arsiyanın çukurlu, çıkıntılı ovasında yuvalanan göllere iner, karınlarını oralarda doyururlar. Mayıs, hazıran ayları dağ keçilerinin doğum yapma zamanıdır. Kadınlarda çocuk getirirler dünyaya, oymaklarda. Vede gece karanlığı gözükmez tuzaklar kurar Cindağının eteğinde. Bir üçgenin üç köşesi gibi bir mevki arzeden güzergahta yuvalanmış Boğa, Koyun (Davar), Çimli (Sedeva) göl; iz bilmez yad bir yolcu, azılı bir at, yaşlı bir kurda mezar olur kimi zaman. Gözün gözü göremediği bulanık, nemli sislerin yukarılara isteksiz yürümesinin ardından güneşin gözü açılır ve gün vurur yamaçlara. Işıltılar eteklere dökülünce göllerin tuzakları ortadan kalkar. Kırmızı kanatlı, mavi ibikli yaban horozları bölük, bölük göllerin sularına iner. Keskin, uzun ve garip çığlıklar dolaşır kayadan kayaya. Sonra sesler bir araya toplanıp uğultu halini alır, göllerin sularının yüzünde gezip dururlar...
Bir cehennem azabı yaşıyordu ortalık. Ne güneş, ne ay, ne gündüz, ne de gece belliydi. Fırtınaya, kasırgaya teslim olmuştu tabiat. Kalay rengindeki sisi soluyordu canlılar. Bir kin, bir bela kusuyordu gökyüzü doğaya. Sağmallar, koyun sürüleri, at yılkıları, yabani hayvanlar açtı. Göz açtırmıyordu gök. Yağmur, rüzgar, soğuk, sis, bir kasırga almış gidiyordu başını. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Burnunun ucunu göremiyordu kim, kimse, ne de hayvanlar. Her canlı yuvasına, ikamet ettiği oyuğa sinmiş, var olan tabiatın mozaiği gözlere hitap etmiyordu. İşte böyle bir zamandı. Hesap hesabı tutmuyordu. Güneşe, görülen gökyüzüne hasret kalındı. İnsanlar neşesiz, köpeklerin karnı incelmişti. Pus deniyordu bu sisin adına. Kirli aliminyum renginde, yumuşak, uçsuz bucaksız duvar gibiydi. Ne kopardıysa sildi götürdü fırtına. Süpürecek başka şey bulamıyan rüzgarın sesi yalın ve acı çığlıklıydı. Kulaklar zongulduyordu dinmeyen bu uğultuyla...
Kül rekli bir kartal, Gençiyan tepesinin en üst, gölgesiz zirvesinden havalandı. cindağının üzerine sürtünürcesine geçti, göllerin bulunduğu yere sağıldı. Olduğu yükseklikte yarım saat kadar, gökyüzünde kavisler çizerek döndü. Sonra gittikçe alçaldı, aşağıdaki çatal zirveli, kahverenkli kayalıklı küçük birer tepe arzeden yerin kuytu eteğine yuvalanmış Büyük gölün sularına yaklaştı, gökyüzündeki kavisler küçüldü, gittikçe azaldı. Bu gölün kıyısında cansız yatan bir boğa leşinin on adım ötesine indi. Kanatlarını açarak leşe yaklaştı, sivri gagasıyla yokladı. Boğanın arka bir budunu yemekte olan yaşlı tilki, gelen misafire bozulmuş olacak ki, tüyleri dikleşti uzun kuyruğunu arka padançlarının arasına sokuşturdu, belinin arkasını kabartarak kamburlaştı, üst dudağı kalktı aralandı. İki sivri diş güneş ışığında parıldadı. Kartal tilkiye aldırmadı, üzerine yürüdü. Kül renkli kanatlarıyla havalanır gibi yaptı, gagasını açıp açıp kapadı, yüzünün her iki yanının, başının tüyleri dikleşti. Tilki geriye çekildi, yenilmişti. Başı yerde döndü. Gölün akağı dereden aşağı süzüldü. Hızla, yeni bir av bulmaya gitti. İşte o an Arsiyan yaylasında, şafakla beraber bütün sağmallar, koyun ve at yılkıları yaylalığı terk etti. otlağa çekildiler. Gökyüzü lekesizdi. o akşam toprağa çise yağmamıştı. Bir saat önce, yüksek yerlere gün vurmuştu. Göz kamaştırmayan, yavaş yavaş ısıtan sabah güneşinin tel tel sarışın ışıkları bir gün önceden kalan, otların başlarındaki çisesini buğulandırıyordu. Bu ışıltı öyle berraktı ki ikiyüz, üçyüz metre ötede, çimenlerin üzerine iyne dikilse görülürdü. Topraktaki yuvalarından çıkıp dolaşan siyah renkli, kambur sırtlı ot böcekleri sazotlarının arasında ışıl ışıl parlıyordu...
YAZAN:Faruk Albay
Zıraat teknisyeni
(Boğa Gölü romanından alınmıştır)
Yerleşim yerinin ortasındaki Coç
Yerleşim yerinden Hoçuvaranın düzünün görüntüsü
Yerleşim yerinin her iki tarafındaki iki coç
Velatın bayırı dibindeki antik hağıllar
Hoçuvaranın düzünden Velatın Bayırı
Hoçuvaranın Düzü-Velatın Bayırı
Kütüklüğün düzü-Velatın Bayırı
Gözeli göl (velatın altında Arsiyan yolu üzerinde)
Balıklı Göl (Sulobanın Velatında)
Arsiyan Kız gölü-Gençiyanın Tepesi
Arsiyan Kız gölü - Velatın Bayırının Tepesi
Geçmişte oralarda yaşıyanlar için çok güzel anılarını çağrıştırdınız.Buralarda yaşamamış o güzellikleri tatmayanlar için birşeyler ifade etmez ama yaşları kırk 50 olunca , ordaki güzelliklerin değerini anlıyacaklar. Bu yazılarınızla her tarafı ziyaret edecekler. Sözler ucar yazılar kalır. Kalıcı yazılarda bir yaşanmış tarihi anlatır. kaleminize sağlık.
YanıtlaSilGüzel yurdumuza, terk edilen köylerimize sahip çıkan, bu amaçla gayret gösterenlere teşekkür borçluyuz. Biz de aynı duyguları taşıyoruz. Dünyanın en bakir, en temiz, en nezih ve en güzel yerlerinden olan bu mekanları koruyalım, sahip çıkalım. Para pul, servet bulunur, ama bu mekanlar bir elden çıkarsa bir daha geri dönüşü olmaz. selam ve muhabbetle... Ergin Öztürk
YanıtlaSil