Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.

Bizden de: Çam sakızı çoban armağanı...!

20 Aralık 2024 Cuma

Uluğ Bey ve Ali Kuşçu


.    Uluğ Bey rasathanesi

TRT Radyo1'de hergün 9:40'ta yayınlanan arkası yarın, yarın sön bölümü yayınlanacak olan 'İstanbul'daki Emanet" adlı dizi, Özbek devlet adamı Uluğ Bey'le ilgili.
Timur' un torunu olan Uluğ Bey,  dedesi gibi bilim ve araştırmaya önem veren çağındaki bilginleri Samerkant'a toplayan, medreseler kuran (Benim de ziyaret ettiğim Semerkant Registan meydanında ki üç medreseden biri Uluğ bey medresesidir.)

      
Dünyada ilk defa bir tepeye rasat hane kurup güneş ve ayın hareketlerinden ve yıldızların bulundukları yerlerden faydalanıp rasat yaparak ve boylamların yerlerini tesbit ederek, günlük zamanları belirlemiş, namaz vakitlerini ve iftar saatlarını doğru bir şekilde tesbit etmiştir.
Ali Kuşçu onun öğrencisi ve en güvendiği kişiydi. Rasat hanenin iki müdürüde ölünce Ali Kuşçu'yu rasat hane müdürü yapmıştı.
Bir münecime geleceğını okutmuş o da "Senin ölümün büyük oğlun elinden olacak" demiş. Biliyorsunuz muneccimler yıldız falına bakarak gelecek için tahminde bulunurlar. Uluğ Bey yıldız falı (Astroloji) değil yıldızların gerçek hareketlerini (Astronomi) izlemiştir. Ama bu munecımin lafı aklında düğümlendiğinden, bir gün Ali Kuşçu'yu çağırarak, yaptıkları çalışmaları ve kitapları ona emanet etmiştir.
Büyük oğlunun dedesi ölünce babasının yerine geçmek için ona savaş açmış ve esir almıştır. Esaret sırasında öldürerek saltanatı ele geçirmiştir.
Bunun üzerine Ali Kuşçu emanetlerle birlikte önce İran Tebriz'deki Hükümet lideri Uzun Hasan'a sığınmış. Uzun hasan onu İstanbul'a Fatih'e elçi olarak göndermiş. Fatih'te Ali Kuşçu'nun gelip İstanbul'a yerleşmesini istemiş. O da elçilik görevini bitirince, Tebriz'den İstanbul'a Uluğ beyin emanetleri ile birlikte, Fatıh'in yanına gitmiş, Fatih ona rasat hane kudurmuş.
Daha sonraki yıllarda İstanbul'da büyük bir veba salgını olmuş. Bağnaz çevreler rasat hanenin uğursuzluğu yüzünden olduğunu ileri sürerek, şeyhulislamın fetfasıyla rasat hane topa tutularak yıktırılmıştır.
***
Bizim tarihimizde de saltanat için, babasını öldüren hayırsız evlad'a raslanmıştır.
Yavuz Sultan Selim, pasif gördüğü Fatih'in oğlu babasi II. Bayzıt'i once tahtan indirip, sürgün etmiş, arkasından da öldürtmüştür. Onun oğlu Kanuni Sultan Suleyman, bu korkuyu bilerek, aktif girişken oğullarını boğdurmuş, geriye içki ve zevke düşkün II. Selimi mirasçı bırakmıştır.
II. Selim hiç bir harbe iştirak etmemiştir. Onun yerine savaşları babasının döneminde de sadrazam olan Sokullu Mehmet Paşa yönetmiştir. 
Kıbrıs. II. Selim'in saltanatı sırasında alınmış. Ordan gelen ganimetle Edirne de Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye camisini yaptırmıştır. 

9 Aralık 2024 Pazartesi

Kasım Aralık 2024'te Süriye'de neler oluyor


İran'da Amerika'nın desteklediği şahı devirdiklerinde sevinmiştik. Sevincimiz kursağımızda kaldı. Humeyni dini rejim kurdu. Halk daha fazla baskı altında kaldı. 45 yıldır İslami düzenlerini devam ettiriyorlar.
Şimdi de Işıt yanlısı olan isyancılar Suriye'de Esad'ı devirdiler. Rusya'nın yardımıyla ayakta duran Esat on-dört yıldır ülkeyi harabe haline getirdi. Şimdi gitti, sevinelim diye kuşkudayım, çünkü isyancıların lideri de Humeyni gibi sakallı, yeni bir Afganistan yoksa İran mi ortaya çıkacak. Ama bir şey gerçek gözüküyor, Rusya iyice güçten düştü.
Umarım yakında Ukrayna'daki savaşta sona erer.
***
Derler ki her toplum kendi laik olduğu yönetim şekliyle yönetilir.
Biz Amerikalılar Trump'ı seçtiler diye onlara Beç diyoruz. Asıl Beç ve aşırı dini bağnaz olan İran toplumudur. Yoksa 45 yıl Humeyni'nin kurduğu baskıcı dini yönetime dayanamazlardı. Şahı devirdikleri gibi, onları da al aşağı ederlerdi.
Kadınlara çarşaf giyme zorunluğu getirdiklerinde kadınlar sokaklara dökülüp miting yaptılar. Devrim muhafızları bu kadınları sokakta copla darp ettiler. Geçen yıla kadar bir daha sokakta eylem yapan kadına rastlanmadı. Halen 45 yıl sonra baş örtüsü uygun bağlanmadı diye göz altına alınan kadınlar, karakoldan ölü çıkıyor.
Arkasından başını açan hatta dona sutyene kadar soyunan kadın protestosu başladı. Artık göz altına almıyor sadece uyarıyorlar. Bu da bir gelişme. 
Asya gezisinden dönerken İran'ın Horasan bölgesinde Maşat şehrine uğradım bu şehirde Özbekistan'ın Semerkant ve Buhara şehrlerinde olduğu gibi aynı yüzyılda yapılmış görkemli medreseler var. 
Şehre gelince sokakların kara çarşaflı kadınlarla dolu olduğunu gördüm. İçim karardı. Otelin önünde Türkçe konuşan yaşlı bir adam masum bir şekilde "Kadınlar sizde de böyle mi kara çarşaflılar" diye sordu. Hayır dedim. Adam "Şah zamanın da bizde de değillerdi" dedi. 
Maşat Şiilerin kutsal şehri, Burada onların yedi imamından birinin o görkemli medresede türbesi var Türbe altın ve renkli mücevher kalkmalı taşlarla süslenmiş. Korumak için tavana kadar demir parmaklıklarla çevrilmiş, yüzlerce ziyaretçisi var insanlar bir şeyler mırıldanarak bu parmaklıkları öpüyor. 
***
İran'da Şahı devirdiklerinde 1979 biz Hopa'daydık, Eylem o yıl doğdu. İran'da olup bitenleri televizyondan canlı izledik.
Halk isyan edip sokaklara döküldü, kalabalığa ateş edilip katliamlar yapıldı. İsyan daha da büyüdü. Şah ülkeyi terk etmek mecburiyetinde kaldı.
Yurt dışında olan Ayetullah Humeyni İran'a döndüğünde aynı kalabalık onu coşkuyla karşıladı.
Kurduğu düzenden hoşnut olmadıklarını düşünüyorduk.
Humeyni öldüğünde anıt mezarına kalabalık yüzünden cesedi karadan götüremediler, helikopterden iple indirirken kalabalık cesedin kefenini parçalayıp yere düşürdü. Kefen parçasını elde etmek onlar da nasıl bir dini bağnazlık olduğunu gösteriyor.
Humeyni'nin baskıcı yönetici olmasına rağmen.
***
Sakallı dedim de aklıma geldi. İş yerinde bir toplantı sırasında kendi de sağcı olan Erdoğan Bir dini bağnazlıktan bahsederken, sakallılar dedi. Karşımda oturan Beç Muzaffer yüzüme hain hain bakmaya başladı. Benimde sakalım olduğu için. Erdoğan ona dönerek, "Bu değil canım, keşke bütün sakallılar bunun gibi masum olsa" dedi.
Dünyaya layıklığı getiren, Fransa'da cumhuriyet devrimini gerçekleştiren kişiler, devrim sırasında Notre-dame'de ibadeti yasaklamışlar, hatta burasını şarap deposu olarak kullanmışlar.
Sedat'ı deviren sakallılardan, laik bir toplum yapısı kurmalarını nasıl bekleyebiliriz...!
Üstelik El-Kaide sempatizanları imişler.
***
Afganistan'ı 10 yıl dinsiz Sovyet Rusya işgal edip yönetti. 20 yıl NATO devleri işgal edip laik düzen kurmaya çalıştı. Geri çekildiğinin ertesi gün geride bırakılan hükümet başkanı yurdunu terk ederek yönetimi bağnaz sakallı Taliban'a terk etti.
O da kadınların yalnız sokağa çıkmasını ve okula gitmesini yasakladı. Eğitim almak isteyen kızlar sokakta protesto yapmaya çalıştılar kalabalık 10 kişiden fazla değildi. Korkudan mı, yoksa isteksizlikten mi bilinmez.
Dini bağnazlık öyle bir şeydir ki önlemek imkansızdır. Zorlarsanız yer altına iner faaliyetine orda devam eder. Bir çeşit mantıksız körü körüne inanılan düşünce şeklidir. 
***
Bizde durum farklımı? Tatbiki değil. Cumhuriyeti kurup laikliği teşkil ettiğimiz yüz yılı geçti. Zaman zaman bağnaz dini davranışlar baş gösterince darbelerle engellenip demokrasi askıya alınmıştır.
22 yıldır bir imam devletin başına geçince; kılık kıyafet devrimiyle özgürleşen, Avrupa'dan önce seçme seçilme hakları verilen kadınlar gene kapattırılıp çuvala sokulmuştur. Bu İran'daki gibi zorunlu değil isteğe bağlı yapılmıştır. Bu gün meclis dahil toplumun değişik kademelerinde bunları görmek mümkündür. Bağnaz babalar, kıskanç kocalar kadınları örtünmeye zorlamaktadır. 
Kadının içgüdüsünde güzel görünmek vardır. Süslenip takı takmaları bu içgüdü nedeniyledir. Erkeklerin zorlaması olmasa hiç bir kadın kapanmak istemez.
***
Dünyanın değişik yerlerinden gelip Suriye'de savaşa iştirak eden, belki içlerinde hiç Suriyeli olmayan dünya terör listesinde bulunan bu kafa kesen cihatcı, radikal İslamcılardan nasıl laik bir devlet kurmaları beklenebilir!
Bizim cumhur başkanı ve diş işleri bakanı "Bunlar ılımlıdır her çeşit anlaşmaya hazırdırlar" demeleri ne kadar gerçekçidir. Yoksa bunlar da onlar gibi kendilerini cihatcı, radikal İslamcımı görüyorlar.
HTŞ lideri sakallı Ahmet El-Şara önce parkayı çıkarıp sakalına biraz düzen vererek kolsuz kumaş yelek giydi.
Şimdi de bizim diş işleri başkanıyla görüşürken, Avrupayı takım elbise giymiş ve kıravat takmış.
Bu hareketi halkı tarafından alkıilandı. 
Amerika daha önce başına ödül koymuşken, şimdi görüşmeye gitmişler, ödülü kaldırdıklarını söylemişler. 
Bunlar iyiye giden gelişmeler olduğunu gösteriyor. 
Umarim ben yanılırım da İran'a yada Afkanistan'a benzeyen İslami bir rejim kurmazlar. 

3 Aralık 2024 Salı

Kadının fendi erkeği yendi

             Matha Hari

Erkeğin en zayıf tarafı kadındır. Tarihte bir çok ünlü kadın, kadınlığını kullanarak erkeklerden birçok istihbarat bilgisi öğrenmiş ve bazı imtiyazlar elde etmiştir. En bilineni Kleopatra, ikincisi Deli Petro'nun karısı I. Katerina ve diğeri ünlü kadın casus Mata Hari'dir.
Mata Hari dansçıydı, Dünya savaşı sırasında kıvrak danslarıyla baştan çıkardığı ünlü devlet adamlarından istihbarat alıyor karşı taraftakilere satıyordu.

                 I. Katerina

Katerina, Purut savaşında  Baltacı Mehmet Paşa'ya yenilen kocası Deli Petro'yu kurtarmak yenilgi yaptırımlarını azaltmak için, Baltacı'yı çadırında ziyaret ederek imtiyazlar elde ediyor. Bu başarılarından dolayı, Ruslar ona "Büyük Katerine" demeye başlıyorlar. 
Kleopatra, Mısır'ı işgal eden Roma imparatoru Jul Sezar'ın karargahına kendini halıya sarılmış halde gece adamına taşıttırıyor, kadınlık cazibesini kullanıp Sezar'ı baştan çıkarıp Mısır kraliçeliğini koruyup imtiyazlar elde ediyor.

Kleopatra 

Kleopatra İskenderiye doğumlu Yunan asıllıydı. Mısır dili dahil bir kaç dil biliyordu. Kendi fazla güzel sayılmazdı, kendi makyaj malzemesi ve parfümünü üretecek kadar kimya biliyordu. (Mısırlı kadınlar kimyaya meraklıydı parfümleri damıtmak için kullanılan su banyosu Mısır'lı Mari adında bir kadın tarafından bulunmuştur. Su banyosuna halen batı dillerinde "Benmari" denilmektedir.) 
Kıvrak zekasını ve bunları kullanarak cazibesini artırıyor önce Sezar'ı daha sonra Antonius'u kendisine aşık ederek Roma'nın gücünden faydalanıp statüsünü koruyordu. 
Roma'ya yaslanıp kraliçeliğini ilan eden Kleopatra'dan Mısırlılar rahatsızdı. Küçük kız kardeşi  Arsinoe IV ve erkek kardeşi Ptolemaios XIII'i destekleyerek, Arsinoe'yi Mısır prensi yapmak istediler. Sezar bunların ikisini de yenip esir aldı Roma'ya götürüp sokaklarda teşhir eti. Daha sonra Arsinoe'yi Efes Artemis tapınağına sürüp hapsederek esaretini burada devam ettirdi. 
Sezar suikasta öldürülünce Roma'nın doğu vilayetlerini yöneten Antonius'u Kleopatra süslü bir tekne ile Tarsus'ta ziyaret edip kendine aşık ederek statüsünü korumaya devam etti. Kendi iktidarı için tehdit olarak gördüğü Efes'teki kız kardeşini, Antonius'a zehirleterek öldürttü. 
Kleopatra, küçük kardaşi ile evli olmasına rağmen, Sezar'dan bir oğlu, Antonius'tan üç çocuğu olduğunu iddia ederek, Antonius'la birlikte bu çocuklar Roma topraklarının mirasçısı olduğunu ve Roma topraklarında hak iddia etmeye başladılar. Bunun üzerine, 
Roma'yı yöneten Octavianus diğer adıyla Augustus, Antonius ve Kleopatra'ya savaş açtı ikisini de yenince bunlar Mısıra çekildi ikisi de intihar etti, esarete düşmemek için.
Kleopatra kobra yılanı yada kendi yaptığı zehri kullandı. Kleopatra ölünce, Antonius da kendini bıçakladı.
İngiliz yazar William Shakespeare'nin yazdığı Kleopatra ve Antonius eseriyle birlikte birçok yazı ve edebi esere konu olan Kleopatra ve Antonius'un anıt mezarına ait bu güne kadar herhangi bir iz bulunamamıştır.
İskenderiya'da Akdeniz kenarında olduğu tahmin edilen anıt mezarın sular altında kaldığı tahmın edilmektedir.
Araştırmalar su altında devam etmektedir.
Kleopatra'nın sarayı ve mozelesi bu günkü İskenderiya limanında deniz altında bulunduğu sanılıyor. Depremlerle batmış olması tahmin ediliyor.
Bu güne kadar birkaç sütün parçasından başka bir şey bulunamadı limanda. 

12 Kasım 2024 Salı

Musk-vü Tranp



Trump'ı ilk defa  seçtiklerinde Amerikalılar beçdur diye düşünürdük.
İkinci defa seçilirken, dünyanın en zengin, en zeki adamı Elon  Musk destekledi. 
Trump'ı engellediler diye Tweeter'i satın alıp Trump'in kullanmasına izin verdi. Trump'ı yeniden seçtirdi.
Bu arada kimin beç kimin zeki olduğu birbirine karıştı.
Amerika'nın akıllıları, Trump'ın yeniden aday olamaması için ellerinden gelenleri yaptılar açılan suçlama ve davalar, birbirini kovaladı, Trump direnip aday oldu, büyük bir farkla da kazandı.
Gel sen burada akılı ile beçi ayırt et.
Bu ne salata, ne de lahana turşusu.
Şu da dikkat çekici, karşısında erkek aday olunca kaybediyor, kaybettiğini kabul etmiyor kanlı olay çıkarıyor. Karşında kadın aday olunca her seferinde kazanıyor.
Bu gün VOA'de bir makale okudum, Elon Musk'un ne kadar zeki ve başarılı olduğunu kanıtlıyor.
Bu gün kullandığımız cep telefonu, televizyon yayınları ve İnternet, uzaydaki uydular sayesinde oluyor. Uyduyu dünya çekim kuvvetinden çıkarmak için roket gerekiyor, bu roketlerin işi bitince, dünyanın etrafında 25000 km/h hızında dönen uzay çöpü oluşturuyor. Bunların kullanım durumundaki uydulara çarpıp hasar verme riski var. Okuduğum makalede, Avrupa Uzay Ajansı, Elon Musk'un kurduğu SpaceX bu uzay çöpünü üçte-iki oranında azalttığını söylüyor. Çünkü SpaceX tekrar kullanılmak için geriye dönen roket geliştirdi. Bu gün bütün bu uydular o roketle gönderiliyor.
Başka bir makalede de Japonlar metalden yapılan uydular uzay çöpü oluşturduğundan, ahşaptan uydu geliştirmişler, SpaceX'le uzaya gönderecekmişler. Eğer görevi biter atmosfere girerse yanıp yok olacak. Japonlar bunu yaparken metal çivi ve yapıştırıcı kullanmamışlar, bunun yerine marangozluk becerilerini kullanmışlar.
Elon Musk, Donald Trump'ın seçim kampanyasına para yatırdı, ayrıca  kırıttık eyaletlerde, günde bir milyon dolar ödül dağıtarak, X sosyal medyasını seçimde aktif kullanarak Trump'ı büyük bir farkla seçtirdi. Bu başarı değil de nedir?
Avrupa Birliği sınırları kaldırıp insanların barış ve kardeşlik içinde yaşamalarını ve gelirlerini artırmasını sağladılar. Bu arada Berlin duvarını da yıkıp sosyalizmden ayrılan devletleri de kendilerine kattılar.
Ama dünyada halkları birbirinden ayırmak isteyenler var. Bunlardan birincisi İsrail'de Metanyahu, Amerika'da Donald Trump. İkisi de sağcı faşist.
Trump kuzey Amerika Meksika sınırına iki okyanus arasındaki karaya boydan boya duvar ördürüyor, Amerika'ya sığınmacı girişini engellemek için. Metanyahu'da İsrail Filistin arasına duvar ördürüyor.

21 Ekim 2024 Pazartesi

Tek taş yüzük olayı


Onu (87) ilk defa televizyonda Tema vakfının kurucusu ve onursal başkanı Nihat Gökyiğit'le ağaç dikmeyi teşvik için "Meşeli de dağlar meşeli" türküsünü söylerken gördüm. Daha sonra meclis (TBMM) önünde kendi gibi yaşlı olan Muazzez İlmeye Çığ (95) isimli kadınla toprakların yabancılara  satılmasını protesto etmek için oturma eylemi yaparken gördüm. O kadın arkeoloji müzesinde çalışırken Sümer çivi yazısını okumayı öğrendiğini iddia ediyordu. Bir başka televizyon programında da.
Sümerlerde tapınak rahibelerinin istedikleriyle birlikte olduklarını, özgür kadınlar olduklarını çivi yazılarında okuduğunu anlatıyordu. Bunun meşru olduğunu savunuyordu.
Ben böyle bir şeyi Sümer Gılgamış destanında okumuştum. Güçlü Gılgamış hayvanlarla birlikte yaşıyor, onları bacaklarından tutup ikiye ayırıyordu. Sümer ileri gelenleri Gılgamış'a bir tapınak rahibesi gönderip, onu güçten düşürerek insanlar arasına katmak istemişler, bununda yapmışlar.
Daha sonra onu, İlmiye kadınla televizyonda birlikte gördüm. Kadına aşkını belirtmek için şiir okumak istedi. Kadın engel oldu.
Başka bir programda kadın tek başına televizyonda gözeticilere "O yaşlı adamdır onunla neden evleneyim ki" dedi. O yaşta kadın bile genç erkek istiyor. 
Başka bir programda o adam tek başına iken "İlmiye benden tek taşlı yüzük istedi. Ben o yüzüğü emekli maaşımla alıp, ödemem mümkün değildi." dedi. Birkaç yıl önce öldü. Bilin bakayım bu tanınmış adam kimdi?
Kadının yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum.
Benim tek taşlı altın yüzüğüm var. Versem benimle evlenir mi?
O adamı bilemediyseniz, Bandırma'da da bir şubesi olan Karaca konfeksiyon mağaza zincirinin sahibi Hayrettin Karaca.
Hayrettin Karaca tek taş yüzüğü alamayacak durumda değildi. 
Her ikisi de işin esprisindeydi. 
Tıpkı benim gibi. 


14 Ekim 2024 Pazartesi

Fosilerinden bir zamanlar dünyada var olduğunu tahmin ettiğimiz dinazorlara ne oldu

Dinozorların neslinin tükenmesini; bir gök cisminin Meksika körfezine çarpıp dünya atmosferinin kirlenmesi sıcaklığın artmasına bağlıyorlar. sebebi de, toplu halde aynı dönemde ortadan kalkmaları.  Bu hep benim kafamı kurcalamıştır. Madem dinozorlar ortadan kalktı diğer hayvan ve canlılar nasıl hayatta kaldı. Bu sanırım Darvin ve Wallace'ın Evrim teorisinde gizli. Dinozor ve dev bitkiler karbon çağında ortaya çıkıyor, atmosferdeki karbonun azalması buna uyum gösterip Evrim geçiren canlıları hayatta tutuyor evrimleşenler yeni ırklar oluşturuyor. Örneğin kuşlar uçan dinozorların evrimleşmesi sonucu ortaya çıkıyor. Timsahlar, etobur dinozorların evrimleşmesi sonucu ortaya çıkıyor. Karada yaşayan diğer dinozorlar küçülerek sürüngenlere dönüşüyor, bazıları suya dönüyor semender, vatoz ve kiler balığı gibi. Bunlar dinozorlardan evrimleşerek ortaya çıkıyor. Evrimleşemeyip ortama ayak uyduramayan dev hayvan ve bitkilerin nesli tükeniyor, zamanla toprak altında kalıp bugünkü petrol ve kömüre dönüşüyor. Biz bunları kullanarak sanayimizi geliştirdik böylece atmosferi kirleterek karbon oranını artırdık. Bu da bizi yeni karbon çağına taşıyarak, Dinozor ve dev bitkileri geri getirebilir. Bu gün VOA'de bir makale okudum. 1500 yılda 610 kuş türü ortadan kalkarak nesli tükenmiş. Bu hep ortam şartlarına ayak uydurmak için Evrim geçirmeyen canlılar için geçerli bir şeydir.

4 Ağustos 2024 Pazar

Kardeş, kardeşe mevlit okutmazmış


Bir söz var; "Kardeş kardeşe mevlit okutmazmiş."
Bu söz tam babamın amcaları için söylenmiş. Ali amca daha ılımlıydı. Ama kıti Hafiz amca çok egoisti her şeyi kendine isterdi. Ufak tefek kısaboylu biraz esmer tenli, az konuşan bir adamdi. Yaşamayı çok severdi. Devlet ilk defa yaşlılara maaş bağlayınca kendine lacivert renkli takım elbise yaptırdı.
Küçük torunu Turan çarşıda okurken karısı onun yemeğini yapıyordu. O da lacivert elbisesini giyip çarşıda karısıyla birlikte yaşıyor, lacivert elbisesiyle ömrünün son deminde Şavşat sokaklarında volta atıyordu. 
Daha önce karısı, Artvin'de öğretmen okulunda okuyan büyük torunu Yaşar'ın yemeğini yapıyordu. Karısını görmek için ata erzak yükleyip gece gündüz 6 gün hareket edip geceleri açıkta uyuyarak yaşlığına bakmadan Artvin'e gitti. Otobüslerde çalışıyordu, neden öyle yaptı akıl almaz. Kısa olması nedeniyle kıti lakabı yakıştırılmıştı. Benim dedem Osman'i hiç tanımadım. Babam 5 yaşında ikin, 36 yaşında ölmüş.
Araziyi paylaşırken, Ucarmut mevki'indeki araziyi Ali ile Hafiz alıyor, ki bu arazi tiğipir bayırından sellerin getırdiği humusla besleniyor çok verimli, dereden de sulanabiliyor.
Dedem Osman'a Meşenin dibi mevki'indeki araziyi yeriyorlar. Tiğipirin gölgesinde kalan bu arazi soğuk ve verimsizdir. Bir bostan hariç sulama şansı da yok. Üstelik engebeli, düz yerinde de büyük bir kaya var. (Babam bu kayayı lağımla patlatarak çıkan taşla harmanın yol tarafındaki duvarı yaptı. (Duvar, fotağrafın alt kenarında görülen sirıklarla yapılmış çıtin altındadır.) Duvar son zamanlarda yer yer yıkılıp yolu kapadığı için, devlet yolu açmak için duvarı betonda kullanarak yeniden inşa etti. ) Dedem bu kayayı çıkarmak için uğraşırken bağırsaklarını patlatıp 36 yaşında ölüyör.
Öleceği zaman ninem kardeşlerini çağırıyor. Ölmeden görsün diye. Geldiklerin de dedem onların yüzünü görmemek için yattığı yatakta arkasını çeviriyor.
Arazinin iyi bir özelliği, eve yakın olması, arazinin ev tarafında kapı komşumuz malakan Mehmet'in ararazısı var ondan geçilerek gidilebiliyordu. Uzun boylu sarışın tenlı olduğu için, Rus malakanlarına benzediğinden bu lakap yakıştırılmıştı. 
Mehmet'in babası ölünce Mehmet, araziye geçilen yere taştan ev yaptı. Bizi araziye bırakmadı. Bir ömür boyu babam öküz arabasıyla köyü dolaşarak araziden erzak taşıyabiliyordu. Son zamanlarda mahkeme kararıyla yol yerini aldı. Ama artık arazı işlenmiyor, sadece otundan faydalanılıyordu.  
Arazide meyve bahçemiz ve bostanımız vardi. Babam son yıllarında tapusunu aldığı yolu da kullanamadı.
Küresel ısınma nedeniyle aşırı yağışlar ve seller dereyi derinleştimiş, karşıya geçilemez olmuştu. Sular idaresinden çapı geniş beton borular getirtirmiş, ama sağlında iş makinasi getirttirip boruları dereye koydurtturamamiştı. Öldükten sonra malakan Memet'in oğlu Mamza koydutturmuş.
Mahallemizin suyu, yaklaşık bir kilometre yukarıda Abramgil mahallesinde çıkan kaynak suyundan açıkta akan dere ile gelirdi. Dereye bir ahşap oluk konmuş, kaplara suyu bu olduktan doldururduk. 
Annem erken kalkar içme suyu olarak bakır güyümleri doldururdu. Hayvanlar da bizim evin yakınından akan bu derede sulanırdı. 
Derenin kuzey doğu tarafında mahallenin asırlık mezarlığı vardı. Ama mezarlık etrafında arazısi olan kişiler tarafından bir kaç metre işgal edilmişti. 
Araziyi paylaşması bitince kıti Hafiz, Ali'ye su Osman'ın yerinde kaldı, bizi suya bırakmaz demiş.
Bizim kapının kuzeyinde olan dere mezarlığa doğru üç parça halinde bölüşülmüş. Bize alt taraf düşmüş. Dedemde mezarlık tarafına bir ceviz ağacı dikmiş. Sert kabuklu (kirkit) olan ağaç halen hayatta. 
Derenin eve taraf olan bölgesını bütün mahalle hayvanlarını sulamak için küllanıyor. Açık göz, gözü toprakla doymayan kıti Hafiz, Ali'ye, Ali bu taraf senin mezarlık tarafı benim olsun demiş, uysal olan Ali de kabul etmiş. Mezarlık tarafı yüksek arazi idi. Mezarlığı da işgal edip Hafız burayı çitle çevirip erik ağacı dikti. Cevizin gölgesinde, ağaçlar fazla büyümedi. Meyve getirdiklerine de hiç şahit olduğumu hatırlamıyorum. Dereyle erikliğin zemıni arasında 1,5-2 mrtre kod farkı vardi. Elle su taşımanın dışında erikleri sulama şansı yoktu. Onun çitiyle bizim ceviz arasında 50 cm boşluk vardı. Ben buradan geçerdim. Bir gün gözü toprakla doymayan, kıti Hafiz koknar sırıklarla yaptığı çiti bizim cevize kadar çekmişti. Babam da çiti söküp sırıkları mezarlığa fılatmişti. Benımde orada bulunduğu bir sırada kıti Hafiz geldi sırığın birini alıp babama vurmak için kaldırdı dengesi bozularak sırıkla birlikte sıt üstü düştü. Babam koşup sırığın diğer ucundan yakaladı. Babam ona vurur diye Hafız tuttuğu sırığı bırakmıyor. Babam genç adam. Sırığı çekerek mezar taşları üzerinde kıt Hafiz'i sürüklemeye başladı. Bir süre sonra mahalleli gelip kavgayı durdurdu.
Hafiz ve oğlu Zabit öldükten sonra Zabitin öğretmen olan oğulları ahşap olan evlerini satıp köyü terk etti.
Köy babama kaldı. 
Devlet mahalleye demir boru ile aynı suyu kaynağından alıp, mahallenin ortasında çeşmeden akıttı. Böylece derenın önemi kalmadı. 
Babam Ali'nin oğlu Meydan'a bitişik tarlamız olan Maskara mevkisinde yer vererek deredeki onlara düşen araziyi aldi. Derenin ev tarafını duvar yaparak sel sularının mezarlık tarafındaki kıti Hafiz'in erikliğini götürmesini sağladi. Dere suyu şimdi bizim mezarlık tarafındaki cevizin kökleri altından akıyor. Ceviz devrildi devrilecek. Babam her seferinde duvarı mezarlık tarafına çekmiş, duvara cevizin üst tarafından toprak atmış. Burası derinleşince dereyi cevizin arkasından geçirme fikri kafasında canlanmış. 
Son yıllarında Bandırma'ya beni görmek için gelmişti. Amcası kıti Hafızın sağlığında ona yaptıklarının ocunu alır gibi davranıyordu. "Dereyi cevizin üst tarafından geçırecem" dedi.
Baba, orası yüksektir nasıl olacak o iş dedim. Bir kısmını yaptım dedi. Ama o iş için ömrü vefa etmedi. Ölüsü de orada çalıştığı yede çürümüş halde bulundu. Yanında da taş çıkarmak için kullanılan, iş aracı ağır bir levye vardı. Candarma suç aleti diye levyeyi çarşıya götürmüş, otopsi de suça raslanmayınca, daha sonra levyeyi, kız kardeşim Sevim'e verdiler. Şimdi dükkanda duruyor.
Öldüğü yeri görmek için gittiğimde derenin aktığı cevizin altını taşla doldurduğunu, cevizin üsttarafında hiç bir çalışma yapamadığını gördum. Derenin önünü açmak için cevizin altındaki taşları boşaltım şimdi cevizin gövdesi altı boş havada duruyor. Sadece mezarlık tarafındaki köklerle toprğa bağli. Babam yükü azaltmak için cevizi iyice budamış. 

25 Haziran 2024 Salı

Sıgarayla Bağımlılığı


Sıgara bağımlılığı öyle bir kötü şeydir ki ondan kurtulmak nerdeyse imkansızdır.
Bu hikayeyi okuduğunuz da servetin, sıgara bağımlılığının kaybettirdiği hayatınızı kurtaramıyacağını göreceksiniz.
Erdek Orman köyden iki kilomètre ileride yerleşim yerine açık olmayan kısa bir kumsalı olan manastır dedikleri bir koy vardır. Bir kaç tarla ve orman girişinde eski bir manastırın temel kalıntılarından başka bir şey yoktur.
Bir gün hanım la yürüyüş yaparken deniz kenarında kumsalın sol bitişiğindeki tepenin  yamacına pırefabrik inşaat yapıldığını gördük. Yakında köy varken inşaat izni olmayan bu ıssız yere neden inşaat yapıldığını merak ettim. Hanıma "Bu adamın Burda canı sıkılır, ikide bir köye gelir dedim. Şimdi çalışanlar olduğundan canı sıkılmıyordur."
Zaman geçınce adamı sık sık köy kahvesinde görüyordum.
Adam 4 adet prefabrik ev yaptırdı. Biri yatının kaptani, biri özel şöförü biri bekçi biri de kendisi için. Ocaklar'dan taş taşıtıp kumsal tarafına güzel duvar çektirdi. Duvarın üst tarafındaki bölgeye odun ateşli ekmek fırını yaptırdı. Adam bir zamanlar fırıncılık yapmış. Köylülere yaranmak için ekmek pişirir köyde dağıtırdı. Bayramlarda erzak ta dağıtırdı. Camiyi genişleme çalışması ve içeride kadınlar için asma kat yaptı. Muhtarın küçük oğluna fabrikasında iş verdiğini duydum.
Bir süre sonra muhtarın şikayeti üzerine binaları devlet yıktı. Haber vermişler. Kendi kaldığı yeri sokmüş. Sonra tekrar kurdu. Yatı bir ara kıyıda direkler üzerine kaldırılmış gördüm. Daha sonra o da kayboldu.
Ortadan geçen yolun sağ tarafında kuyusu olan büyük bir de tarla satın almıştı suyu bu kuyudan alıyordu. Bekçisi her sene bu tarlaya soğan eker, satardı. Bu tarlayla kumsal arasında Kara Mehmet dedikleri yaşli ve dul bir adama ait küçük bir tarla vardı. Kahvede adamı sıkıştırmış tarlayı satmasını istiyordu. Tarlayı satarsan seni evlendiririm diyordu. Kumsala tamamen el koyar diye tarlayı satmadılar. Evlerin önündeki bahçeye iri ağaçlar dikti orasını cennete çevirdi. İnek aldı. Yamaca tel örgu çekip, keçi, tavuk tavşan yerleştirdi. Yat ortadan kaybolunca orta boy teknelerini barındırmak için denize betonarme duvar çekip liman yaptı. Kumsalı tıraktörle sürdürerek temizletti. 
Hanımla sık sık manastıra adamın ev yaptığı tepenin arkasındaki kayalıklara bin bir zahmetle geçer sargana tutardık. 
Bir seferinde dönerken adam fırının yanında masada tek başına oturmuş Sıgarasını tellendiriyordu.
Adamla tanışmak istiyordum. Yanına gelebilirmiyiz dedim.
Gelin dedi. Onun da insana ihtiyacı olduğu yüzünden okunuyordu.
Yaptırdığı taş merdivenleri tırmanıp yanına çıktık. Tırabzun'lu imiş. Of çayın sahibi imiş. Ben de üniveteyi  Trabzon'da okuduğumu söyledim. KTÜ'demi dedi. Evet dedim. Evleri yeni yıkmışlardı. Kendi evini ve bekçi için yeniden ev yapmıştı.
"Evleri yıkan adam kalp krizi geçirmiş hastahaneye kaldırmışlar" dedi. Hanım, "Hastahaneye kaldırmışlarsa kurtarmışlardır" dedi.
Elektriği çatıya koyduğu güneş panellerinden sağlıyordu. Daha sonra tırafo da koydurup şebekeye bağlandı. 
Ben, köyün orta yerinde arsa aldığımı, onun neden bu ıssız yere masraf yaptığını sordum. Ak ciyer kanserinden ameliyat olduğunu, doktor, ancak temiz havalı yerde yaşayabileceğini söylemiş, yatla geçerken burayı bulduğunu buradan daha temiz havalı yer alamıyacağını düşünüp araziyi satın almış. Bunları anlatırken elindeki sıgarayı fırlatıp atti. "Bunun yüzünden ciğerlerimi kestirdim" dedi. Yaşamayı seviyor yaşamak için kendine her çeşit imkanı sağlıyor. Ama sıgara bağımlılığından kurtulamıyor, onu ölüme götürdüğü halde içmeye devam ediyor.
Tepeyi devletten 20 yıllığına kiralayıp çam dikmesini söyledim.
Neden yırmı yıl dedi. Kırkını geçmişindir. Yırmi yıl sora altmışını geçersin ömründe biter dedim. Ben yuzotuz yaşına kadar yaşarim dedi. Bir kaç yıl içerisinde öldü.
Bir gün dağa tırmanırken, arkadaki eski komşumuz Cemal dedeyi bayır bacakta kantoran otu toplarken rasladim. (Onu suda kaynatıp, onunla yıkanıyormuş.) 
Cemal dede Burda ne yapıyorsun dedim. 
Ecdahari kovalıyorum dedi. 
Bu adamda Ecdahardan kaçmak için, manastıra sığınmiş. Kendi Ecdahari olan elındeki sıgara peşini bırakmamış. 
Hanımın babası sıgara bağımlısıydı. Kalp damar rahatsızlığı ortaya çıkınca doktoru, sıgarayı bırakmasını tavsiye etmiş, o da bırakmış. Vucudunda çıbanlar çıkmaya başlamış, doktoru az miktarda içmesini söylemiş. İçince çıbanlar kaybolmuş. Kalp damar rahatsızlığından öldü. 
Türkiye'nin en zengin adamı Vehbi Koç. Son zamanlarında hastahaneden tekerlekli araba ile çıkarken "Doktorlar sıgarayı yasakladı." diyerek gazetecilere şikayette bulunuyordu. 
İş yerinde makina mühendisi Muzaffer şu olayı anlattı: Sıgara bağımlısı bir adamın ayak parmakları kankıren oluyor, parmakları kesip alıyorlar. Sıgarayı bırakamıyor, içmeye devam ediyor. Bu sesefer ayağı kankıren oluyor. Bilekten kesip ayağınıda alıyorlar. Sigara içmeye devam ediyor kankıren de devam ediyor, diz kapağından kesip bacağını alıyorlar. Gerisini siz tahmin edin.
Babamın amcası Ali amca sıgara bağımlısıydı. Bacağı kankıren oldu. Artvin'e hastahaneye götürdüler. Hiç birşey yapmadan eve göndermişler. Bacağının çürüyen kokan yerlerini oğlu Meydan usturayla temizleyip ayıklıyormuş. Yıkarken ölüsünü Feto bibinin kocası Aleddin görmüş bacaği kemikten ibaretmiş.
Bir gün bizim harmana gelmiş volta atıyor. Yolu gözlüyor, "Gena galmadı" diye mırıldanıyordu. Meyer çarşıya sıgara sıparışı vermiş. Onu bekliyormuş. Sıgarasızlık sıktığı için yerinde duramıyor ayaklarinı yere vurup kaldırıyor.
Bandırma'da bitişik komşumuz apartman yöneticiliği yapan, astsubay emeklisi İhsan bey sıgara yüzünden kanserden öldü. Hastahanede ölüm döşeğinde yatarken sağ elinin iki parmağını sıgara tutar gini yapip iki de bir ağzına götürüyormuş. 

Su kaçıran toprak güvecin tamiri


Bu Şeytan köy ne mahrumiyetli menem yerse, beni çatlamış su kaçıran ocakta odun ateşinde yemek pişirdiğim toprak güveci tamir etmeye zorladı.
Kara lahana yapraklarını toplayıp pişırdım yaprak sarmak için, bütün gün uğraşıp yaprağı sarıp güvece yerleştirdim. Artanını buzdolabı poşetine yeleştırip dolaba koydum. Kalan lahanaları söküp toprağa gömdüm.
Güveçteki sarmaları ocak ateşinde pişirip akşam yemeğinde bir tabak yedim. Bir şey hissetmedim.
Güveçi sefertasına boşaltırken Altan bir sıra sarmanın alt kısımlarının kömürleştiğni gördum. Sık sıkta pişerken su ilave ediyordum. Neden kömürleştiğni merak etmeye başladım.
Altan kömürleşenlerı atım. Kalanını her akşam bir tabak ısıtarak yedim. Isıtırken yoğun yanık kokusu çıkıyordu. Yerken fazla farketmedim.
Bulaşıklı güvece ertesi sabah yıkama şartıyla biraz su koydum. Tüplü ocağın üzerinde bıraktım. Sabah baktığımda suyu ocağa sızdığını gördüm. O zaman anladımki güveç kaçırmış. Bayram öncesi idi. Arkadaki komşu bayramda getirir diye resmini çekip gönderdim. Ama yoğun işi nedeniyle bayramda gelemedi.
Oturduğum çardağın altını kazarak kil toprağı çıkardım. Burası antik evin zemini olduğundan alttan rütübet yapmasın diye kille döşemişler.
O kili suyla yoğurup hamur kıvamına getirip güvecin altına sıvadım. Bu arada çatlaklari bıçağın ucuyla çizip derinleştirdim.
Bir hafta kuruduktan sonra tüplü ocağa koyup altan toprağı pişırmeye çalıştım. Bunu iki aşamada yaptım. Birincisinde güveçten yoğun buhar çıkıyordu. Ertesi gün tekrar pişirdim. Buhar çıkmadı. Soğuyunca su koydum kaçırmadı. 
Etli kemikler vardı. Tüplü ocakta bu güveçte mercimek çorbası yaptım. Kaçırır diye yedekte paslanmaz tencereyi bekletiyordum. Problem çıkmadı.
Dolaptaki yaprakları çıkarıp bu güveçte sarma yaptım. Odun ateşinde ocakta pişirdim. Gayet güzel oldu. Sabah güveci yıkarken resimde de gördüğünüz gibi yaptığım sıva dökülmeye başlamış. Bu arada kalan lahana yapraklarını değerlendirmiş olduk.
Recep komşu İstanbul'dan gelirken Karacabey'de güveç satan yere uğramış ben watsapp'tan görüntülü aradı güveçleri gösterdi benim güvecin aynısını raftan seçtim alıp getirdi.
Tamir ettiğim kaçırmıyor, dolabın alt rafına yerleştirdim. Kapağını yedek olarak kullanabilirim. Diğerinin başına bir şey gelirse. 

25 Nisan 2024 Perşembe

Platon yada Eflatun


Pilaton'u okuyorum. Dünyanın su, hava, toprak ve ateş gibi dört unsurdan yada dört maddeden oluştuğunu söylüyor, anlattıklarını bunlara bağlamaya çalışıyor.
Ateşin, yanmanın ne olduğunu filojistonlular gibi anlamlandıramıyor. Akciyerlere giren havanın içerideki sıcak havayı iterek dışarı çıkardığını söylüyor. Ama bu havanın bir yanma sonucu ısındığını bilemiyor. Ağzını burnunu kapatıp havasız kalmayı denememiş, bunun zarunlu ve gerekli olduğunu bilememiş.
Anatomıden bahsediyor, bunların tanrının böyle yarattığı için böyle olduğunu söylüyor.
Mısırlıların icat ettiği ruhtan bahsediyor. Ruhun göbekle deri arasında olduğu karaciğer ve dalakla bağlantıları olduğunu söylüyor. Hayvanların ihtiyaç duyduğu pençe ve kıların vucudun çıkış yerlerinde tırnak ve saçların insanda da bulunduğunu söylüyor.
Platon vucuda giren gıdalar ateş yardımıyla parçalanarak küçültülür, damarlarla vucudun her tarafına taşınır. Damardaki sıvı kırmızıdır. Biz buma kan diyoruz. Soluk almayla beraber bu gıdalar vücuttaki boşlukları doldurur. Vucuda giren gıda az ise çökmeye, çok ise büyümeye neden olur diyor.
Hastalıklar; Ateş, hava, su ve torağın birleşimi ve ayrılması esnasında meydana gelen sorunlardan kaynaklanıyor, diyor Eflatun.
Canlinin ruh ve vucut gibi iki unsurdan meydana geldiğini, ruh, vucudu canlı tuttuğunu, vucutta, ruhu beslediğini söylüyor Eflatun. Ruhun aktif olması için devamlı eğitim alması yeni şeyler öğrenmesi, vucudun da devamlı hareket halıne olması, spor yapması gerektiğini söylüyor. Bu fikir bu günde geçerlidir. Tabii ruh yerine aklı koymak gerekir.
Platon alın yazısından bahsediyor. Bundan sakınılamıyacağını, vaktı gelince gerçekleşeceğını söylüyor. 
Demek ki bu safsata da, antik çağdan beri zihnimize işlenmiş.
Tanrı insanda üç ruh yarattığını bunları vucudun çeşitli yerlerine koyduğunu söylüyor Pilaton. Bunlardan biri tembellik ederse diğerinin gücü artar diyor. Üçüncü ruh vucudun üst tarafına konulduğunu, bunun göklerdeki kardeşlerimizle bağlantılı olduğunu söylüyor. 
Bu günkü dünya inancıyla ve antik mısırdakiyle aynı. Ruhların göklere çekildiği varsayımı.
Mısır Giza'da üç piramit yapılmasının sebebi üçlü Sriyos takım yıdızıyla bağlantı sağlamak amaçlanmış.
Platon, Dünya'nın hava, su, toprak ve ateş gibi dört maddeden meyda geldiğini söylerken, aslında maddenin katı sıvı ve gaz halıne bir de yanma olayına anlam veremediği ateşi ilave ediyor. Organik maddelerin havanın oksijeniyle birleşip yenı maddelere dönüşürken ısı ve ışık vermesı olayını anlamlandıramadığından buna madde diyor. Olayı en güzel altını anlatırken ortaya koyuyor.
Sarı suyun kayalar arasında akarken sertleşip sağlam altına dönüştüğünü soyuluyor. 
Katı Sudan bahsediyor, fakat buna toprak demıyor. Bu olay kışın gözlerinin önünde sık sık gerçekleşiyor. 

20 Nisan 2024 Cumartesi

Ön cam veya böcek


Amerikan atasözü: ön cam veya böcek. Ön camdan yolu görürüz, arabayı dikkatli süreriz. Bu arada ön cama böcekler çarparak perde oluşturur, önümüzü rahat göremeyiz.
Bazı günler işler yolunda gider. "Şanslı günümdeyim" deriz. Her şeyi istediğimiz gibi yaparız. Yani ön cam. Bazı günlerde aksi olur, hiç bir şey yolunda gitmez. Yani böcek!
Batıl inancım yoktur. Şansa inanmam, hiç bir zaman da, işimi şansa bırakmam. Ama böyle tesadüfi günler yaşanmıyor değil.
Geçen pazartesi aynen böyle bir gün yaşadım. 
Genelde ihtiyaçlarımı buradaki market ve pazardan temin eder, kirli hava solumamak için mecbur kalmayınca şehre inmem.
Param, suyum bitmişti. Bankada işim vardı. Pazartesi şehrin arka sokaklarında pazar yeri kuruluyor pazardan ihtiyaçlarımı karşılamak ve diğer işlerimi halletmek için şehre indim. 
Bankada, fiyatı artan apartman aidatını ziraata EFT yaptırmak için bankaya girdim. Görevli kadın bu işi iç cep uygulamasıyla yaparsak para kesmiyor dedi. Cep telefonum yanımda yoktu. O işi yapamadım. Parayı çektim. 
Pazar yapıp, balık ve suyu aldıktan sonra eve döndüm. Erzakları yerleştirirken. Muzun olmadığını fark etim. Birde pazar arabası tekerini tutan segmanın düştüğünü gördüm. Bunları bulmak için telefonumda alıp geri döndüm. Önce bankadaki işimi hallettim. Sonra pazar yerinde tezgahta unuttuğum muzu aldım. Yol üzerindeki kasaptan yazın kullanacağım etleri aldım. Adam çok güzel et verdi. Banyodaki havlu peçete tutacağının duvara bağlantı parçası kırıktı, nalburlarda bulamamıştım. Yol üstündeki nalburda buldum. Kaybolan segmanı aramak için su doldurduğum yere doğru yürüdüm yarı yolda onu da buldum. 
Köye gidene kadar, artık şehirde işim kalmadı. 
Eve döndüm. Köydeki ortak arsamız olan komşumuz aradı ziyaretime geliyormuş. Karısı ve kızıyla geldiler. Yıllar sonra evime insan girdi. Mutlu oldum. Yemekten sonra yürüyüşe çıktığımda alacağım olan hurdacıya rastladım, paramı verdi.
Gün sonunda o kadar yorulmuştum ki, iki gün kendime gelemedim. 
Böyle her olumlu şeylerin bir günde toplanması insanlarda "Şanslı günümdeyim" inancı oluşturuyor. Yada Amerikalıların dediği gibi: Ön cam durumundayım. 

3 Mart 2024 Pazar

Ağustos böceğinin gizemi ve Evrim teorisi


 Bu ağustos böcekleri ne menem hayvanlarsa hayatlarının 17 yılını toprak altında geçirir son yıllarında çiftleşmek için dışarı çıkar, ağaçlara yumurtalarını bırakır olgunlaşan lavralar yere düşer, kabuklarından ayrılarak toprağa girer ağaç köklerindeki öz suyla beslenerek gelişirler. 
Kanatlarını çırparak ses çıkarırlar. Çıkardıkları ses dişileri çiftleşmek için çağırmalarıdır bu Fransız La Fontaine'in masallarına (Fable) konu olmuştur. (Ağustos böceği ile karınca.) Burada karınca çalışkan diğeri tembel olarak ifade edilir. Kışın karıncadan yardım istemeye giden ağustos böceğine karınca "Yazı şarkı söyleyerek geçirdin şimdi de açlıktan ölürken dans et" diyerek yardım etmez. 

İngiltere'nin altın çağı olan 18. yüzyıl Viktorya döneminde türlerin doğal seleksiyonla (seçilimle) evrimleştiğini birbirinden bağımsız ortaya atan Alfred Russel Wallace ve Charles Darwin işe ağustos böceği toplamakla başlamıştır. Darwin o kadar meraklıymişki bir kabuğu kaldırarak iki farklı tür ağustos böceği bulmuş her ikisini iki eline almiş, bir üçüncü türü görünce onu kaçırmamak için sağ elindekini ağzına atmış.

Wallace'nin arkadaşi Henry Bates'te ağustos böceği topluyordu. Küçük bir alanda binlerce çeşit ağustos böceği  olduğunu Wallance'ye söyledi. Bates, Böceklerin taklitçiliği konusunda kitap yazmıştır. Bu iki arkadaş canlı türleri toplamak için Amazon bölgesine gitmiştir. Maksat değişik türleri toplayıp İngiltere'de kolleksiyonculara satıp para kazanacaklardır. Amazonda yolları ayrılır. Walance topladığı türlerle reçine yüklü bir gemiyle dönmektedır. Gemide yangın çıkar bütün koleksiyonu yanar.

Darwin Güney Amerika ve Galapagos adamlarından topladığı canlı türleriyle İngitere'ye dönmüştür. Maltus'un makalesini okumaktadır. Maltus Nufus artışi gıda maddesi üretiminden fazla olduğundan bahsetmektedir. Darwin topladığı kanıtlar ve yaptığı gözlemler sonucu Maltus'u duyunca şu kanıya varmış. Canlılar ortam şartlarına uyum sağlıyararak değışim geçirmiş en güçlüler hayatta kalarak doğal seçilime uğramışlardır. Bunu bir makale haline getirerek öldükten sonra yayınlanması için karısına verir. Maksadı onurunun kendisine verilmesidir.

Walance araştırmaları yapmak için bu sefer uzak doğuya Endonezya adalarına gitmiştir. Yaptığı gözlemlerde batıdaki adalarda Asya türü hayvanların doğudaki adalarda ise Avusturalya türü hayvanların bulunduğunu tesbit etmiştir. Bu aradaki sınıra halen Walance sınırı denir. Walance burada ateşli bir hastalığa tutulur. Bu sırada hastalıkla cebelleşirken bir gece Maltus'un makalesini okur Darwın'le aynı kanıya varır makalesini yazarak Darwin'e gönderir. Darwın'ın de bu konuyla ilgilendiğini bilmektedir. Makaleyi yayıncıya göstermesini uygun görürlerse yayınlanmasını istemektedir. Yazı Darwin'in eline geçince. Sanki bir kaç yıl önce kendi buluşu çalınmış gibi hisseder. Yayıncı bir toplantı yaparak Darwin'in makalesini yayınlar. Walance olgun adamdır. Hakkından feragat eder. 

26 Şubat 2024 Pazartesi

Fransızca Öğrenme Macerası

            Çalışma masam

Hiç unutamam Fransızca maceramı; 6 sene Şavşat'ta okurken Fransızca hocası orta okul birinci sınıfta birde lise son iki sınıfta vardı. (Diğer yıllar boş geçti.) Her ikisi de kadındı. Birde bir yıl okullar kapandıktan sora 15 gün dışarıdan gelen bir hoca yaz kursu verdi. Ne öğrendikse ondan öğrendik.
Orta okuldaki hoca yaşlı ve sinirliydi. Bana "Gelecek sene gene bu sıralarda oturacaksın" deyip korku salmıştı. Ama ertesi sene beni o sıralarda göremedi. Bende onu bir daha görmedim. Tayını çıkıp gitmişti. 
Köyden yeni gelen Türkçe okumayı zor yapan bir çocuk yazılışı ve okunuşu farklı olan Fransızca' ya uyum sağlayamıyordu. O yıl sadece Fransızcadan ikmale kaldım. Hoca sözünü tutmuş beni tek dersten ikmale bırakmıştı. 
Çevremde ders çalıştıracak kimsede yoktu. Annem tarlada tek başına çalışarak beni Çisvet'a (Atalar köye) ninemin kız kardeşiyle evli Hamza dayılara gönderdi. Onun eniştesi öğretmendi. Yaz boyu öğretmenin evinde kaldım bir şey öğrettiğini sanmıyorum. Beni gündüz çayır, tarla kaldırmada kullanıyorlar, akşam bir iki cümle yazdırıyordu. Kendi de bir şey bilmiyordu. Zavallı annem tek başına didiniyordu. Güzün Samcel'de (Armutlu mahallesi) orta okul öğretmeni vardı birkaç gün o ders verdi sözlü sınava da o girdi. O şekilde sınıfı geçtik. Son iki sınıfımda nasıl geçtiğimi hatırlayamıyorum. Çok zayıftım çünkü.
Son sınıf müfredat kitabı Fransız edebiyatı yazarların okuma parçaları ile oluşturulmuştu. 6 sene doğru dürüst eğitim almayan öğrenci bunları nasıl okuyabilirdi. 
Üniversitede iki yıl Fransızca okuduk. Birinci sınıfta bir derste nükleer kimya ile ilgili bir cümle vardı. Hoca bu cümleyi kim tercüme ederse sınavda da yardım edip sınıfı geçireceğim dedi. Konuyu bildiğimden aynısını tercüme edemesem bile konuyu teferruatıyla anlatım. Hoca sözünü tuttu sınavda soruların cevaplarını yanıma gelerek anlattı ve o sene geçtim.
İkici sınıfta sınavda cebelleşirken önümde bir kağıt gördüm. Baktım soruların cevapları yazılı o anda arkamda oturan bizim sınıftan olmayan bir kız geçmişti. Kağıdı o bıraktı galiba. Hep kim olduğunu merak etmişimdir. Kimdi  neden benim önüme bıraktı...! O sınıfımı da öğle geçtim. Ama hep bir öğrenme isteği vardı. Üniversiteyi bitirip İstanbul'a gitmiştim. Savaflar da dolaşıyordum. İple bağlı Fonu'nun bütün dersleri fasikül halinde kırk lira idi oysaki gerçek değeri 250 liraydı. Cebimde dönüş parası 50 lira vardı. 40 lira vererek onu aldım. 10 liraya da bir eski İngilizce cep sözlüğü aldım çünkü İngilizce öğrenmeye karar vermiştim. Eve geldim durumu İsmet'e anlattım. İsmet elli lira yol paramı verdi. Ertesi gün vapura bindim. Vapurda iki Fransız kız vardı. Savaflardan aldığım bir fasikül İngilizce başlangıç kitabini o kızlar güvertede güneşlenirken Fransızca anlatarak bana öğretti İngilizce 'ye de orada başlamış oldum.
62 yaşına kadar Fono fasiküllerini ciltledim ama kitabını kararlı bir şekilde okuyup devam edemedim. Çünkü bildiğim kadarıyla bir yere kadar gelmiş takılıp kalmıştım. Daha çok telaffuzda zorlanıyordum. Hopa'da fabrikada makara bant kullanan teyp vardı. İstanbul'da Kayserili İsmet hocada da plakları vardı, Boş bant alıp onları kaydedemedim. Tekrar İstanbul'a gittiğim de İsmet hoca kaydetmiş bandı bana verdi. O bandı hiç dinleyemedim Hopa'dan ayrılmış. Bir daha makara bant kullanan teyp elime geçmedi. Fransızcaya tekrar başlayınca Atilla Fono'nun yarısı olan ilk bölümünü diskleriyle birlikte satın aldı. Ancak o zaman dileyebildim. 
Daha çok İngilizce öğrenmeye çalıştığımdan ona önem veremiyordum. Bu arada İngilizceyi öğrenmiştim. Ne zaman Oğlumun Fransız eşi Aurélie'nin hamile olduğunu öğrendim, torunumla Fransızca konuşabilmek için Fransızca öğrenmeye karar verdim. 
Asil maksat ise yaşlılığında bunalım ve Alzheimer'ı önlemek için beyin hücrelerini aktif tutmak gerekiyor. Bunun bir tek yolu yeni bir yabancı dil öğrenmeye başlamadan geçiyor, ikincisi ise bir enstrüman çalmak. Ben sesli enstrümanları çalabiliyorum. İlk kaval ve flütle başladım şimdi meyle devam ediyorum. 
Oğlum Atilla'da Pimsuler French audio derslerinin birinci bölümünü getirdi. (Daha sonra diğer iki bölümünü de getirdi. Onlar İngilizce açıklamalıydı. Toplam 90 ders.) Fransızca öğrenmeye kararlı başladım. İngilizce ana dili Fransızca öğrenme dili şeklinde (Böylece İngilizcem de canlı tutulmuş oldu.) YouTube ve Duolingo kullanarak öğrendim. 
Şimdi düşüneceksiniz ki, bunları kullanırken İnternete çok para ödemişimdir. Hayır onu da bedavaya getirdim. Türkcell 4 adet simkartım var iki akıllı telefonum ve birde Turkcell modem. Telefonlardan biri çift simkart kullanıyor. Türkcell her karta haftada bir salla kazan İnternet yada YouTube veriyor. İnternet verirse Duolingo ile çalışıyorum diğerinde Fransızca dil öğrenme videoları izliyorum. Bu hatların sadece birkaç ay biriken iletişim vergilerini ödüyorum o da 30 yada 40 ₺'yi geçmiyor. Modemin simkartı standart her hafta 1 GB günlük İnternet veriyor onu iki gün kullanıyorum. Böylece haftanın 5 günü bedava Fransızca çalışma imkanım doğuyor. Hafta sonu gözlerimi dinlendiriyorum. Pimsuler French audio derslerini dinleyip tekrar ediyorum. 
Bu arda da boş geçen emeklilik günleri doldurulmuş oldu. Başladığım günlerde İnternet üzerinden Amerikalı bir dil doktoru bize İngilizce gurup dersi veriyordu. Öğrenci arkadaşlardan biride Siri Lanka doğumlu bir Fransız vatandaşıydı. Torunum Thalya'da yeni doğmuştu. Derste Fransızca öğrenmeye başladığımı söyledim. Dersin başında Fransız'a "bonjour" , sonunda da "au revoir" diyordum. Hocanın dikkatini çekmişti Fransız'a bana yardımcı olmasını söyledi. O da kabul etti. Bir sene onunla Skype üzerinden haftada iki gün Fransızca çalıştık. Şimdi hikaye kitaplarını okuyabiliyorum.

18 Şubat 2024 Pazar

Bilimsel gelişmeye gösterilen bağnazlık


Geriye dönüp bakıyorumda bu İngilizler ne menem insanlarsa, fizik, kimya ve biyoloji kanunlarını onlar keşf etmiş, sanayi devrimini gerçekleştirmiş, 
yetmemiş birde dünyayı işgal edip sömürgeleştirmiştir.


İngiliz kimyacı Dalton kendi adıyla anılan atom teorisinde, Katlı oranlar kanunu bulmuş, bununla bileşikler belirli ekivalens ağırlık oranlarında atomların birleşmesinden ve bunların katlarından meydana geldiğini tespit etmiştir.


Fizikçi Niwton, mekanik kanunları tespit etmiş, kütle çekim kuvveti olan yer çekim ivmesini bulmuştur. 

     Yerçekimi eleştirisi

Gezegenlerin kütle çekim kuvvetine bağlı olarak, hareket ettiğini formülleştirmiştir.


Darvin biyolojide devrim yapan canlıların evrimleşme teorisini ortaya atarak bütün batıl inançları yıkmıştır. 

      Evrimleşme eleştirisi

Biz bu evrimleşmeyi Covid 19 döneminde yaşayarak, virüsün sık sık şekil değiştirip daha dayanıklı hale geldiğini gözledik.


Ama bunların hiçbiri dürbünü geliştirerek gezegenlerin hareketini izleyen ve dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen İtalyan Galileo gibi kilise tarafından yargılanıp ev hapsine çarptırılmamıştır.
Kiliseye göre dünya sabit duruyor, güneş ise sabah doğup akşam batarak dünyanın etrafında dolaşarak hareket ediyor. Dürbünle değil çıplak gözle bundan başkası zaten izlenemezdi. 
Yukarıdaki düşüncelerin hepsi genel dünya inancına ters düşmekte idi. İngilizler düşünürleri eleştirmiş ama hiç bir şekilde cezalandırılmamışlardır. 
Belki bunda İngilizlerin Katolik değil Protestan olmalarının etkisi vardır.
Sağ osun İngilizler, dünyada kral, krallık insan zihniyetinden silindiği halde onlar halen yaşatıyorlar. Onun mantığını da turizmden gelir sağladıklarına bağlıyorlar.


Fransızlar, modern kimyanın kurucusu, kimya laboratuvarına teraziyi sokan, metal oksitlerini analitik olarak kantitatif değerlerde tespit edip, yanmada ortaya atılan filajiston teorisini yıkan kimyacı ve fizikçi Lavazye'yi devrim sırasında giyotinle başı kesilerek idam etmişlerdir. Fakat fikirlerinden dolayı değil, devlet görevinde iken zimmetine para geçirdi suçlamasını öne sürmüşlerdir.
İnsan oğlu bilemediği şeye hep bir ruh yakıştırması yapmıştır. Yanma ve metalik oksitlenme sırasında gözle görünmeyen havadaki oksijen gazının reaksiyona girdiğini bilemediklerinden, bu olaya ateşin ruhu filajiston demişlerdir. 


İngiliz kimyager Priestley oksijeni havada bulunan bir gaz olarak tespit edince ateşin ruhu olarak adlandırdıkları filajiston ortadan kalkmıştır. Oysaki ruh insan oğlunun icat ettiği aslı olmayan bir kavramdır.


Ünlü antik yunan düşünürü Sokrates gençlere dinsizlik düşünceleri aşılıyor iddiasıyla zehirli baldıran otu yedirilerek idam edilmişti. 

7 Şubat 2024 Çarşamba

Yabancı Dil Öğrenmenin Önemi


Marks ve Engels aynı fikri savunan en iyi iki arkadaş tanınmış Alman filozoflarıdır.
Engels fabrika sahibi bir burjuva, Marks ise doğru dürüst bir işi ve geliri olmayan, düşüncelerinin peşinde koşan onları yaymak isteyen bu konuda her fedakarlığa göğüs geren bir kişidir.
İkisi de diyalektik materyalist felsefi düşünceyi savunan kişilerdir.
Marks iktisat konusunda diyalektik materyalist felsefi düşüncesini geliştirmiş, bu konuda kitaplar yazmıştır.
Engels ise sanayici olması nedeniyle fizik kimya ve biyoloji gibi bilimsel gelişmeleri takip edip diyalektik materyalist felsefi  düşüncesini geliştirmiş bu konuda kitaplar yazmıştır.
Marks Kapitali yazmak için, Almanya'dan ayrılıp kapitalizmin en çok ilerlediği sanayi devriminin gerçekleştiği İngiltere'ye yerleşmiştir. Bu iki arkadaş sık sık mektuplaşmış. Engels Marks'a devamlı Mali yardımda bulunmuştur. Bir ara
Engels birkaç ay Marks'tan haber alamayınca mektupla hatırını sorar. Marks'ın verdiği cevap "Kusura bakma dostum iktisat konusunda elime iki önemli Rusça kitap geçti ama bunları okuyabilmem için Rusça öğrenmem gerekiyordu. Bu süre içerisinde kitapları okuyabilecek kadar Rusçamı geliştirdim. Özür dilerim bu arada seni ihmal ettim."

Birkaç yıl önce Aurélie'nin İstanbul'da bana hediye ettiği iki Fransızca hikaye kitabını okuyup anlayacak kadar Fransızcamı ilerlettim. Kitapları okuyup bitirdim. Fransızcamı geliştirmek için  başka hikaye kitaplarına ihtiyaç duydum. Buradaki kitapçıkları dolaştım. Fransızca hiç bir şey bulamadım.
Eğer yolunuz saaflara düşerse benim için Fransızca ikinci el hikaye kitabi temin etmeniz beni çok memnun eder. Yenileri ithal olduğundan eminim çok pahalıdır. Pahalı şeylere para harcamak beni her zaman üzmüştür.


Marks ve Kapital demişken bu konuda bir şeyler daha yazayım.
Marks Kapitali bitirdiğinde onu bastıracak parası yoktur. Engels'e şu mektubu yazar. "Değerli dostum Kapitali nihayet bitirdim. Bastırman için sana göndereceğim, ama göndermeye yetecek param yok, müsveddelerin kaybolmaması için sigorta da yaptırmak gerekir. Dünyada para konusunda bu kadar yazı yazıp bu kadar parasızlık çeken bir adam daha görülmemiştir. Bu konuda çalışma yapanların hepsi zengin insanlardı. Senin yardımına ihtiyacım var."
Merci à Internet. 
Yazdıklarımı dünyanın öbür ucundaki insanlara ulaştırmak içi bastırma gibi bir sorunum yok.

Kapital emeğin yarattığı artı değer ve bunun sömürülmesini anlatıyor. Aslında bunu Marks yazdığı <Ekonomik politiğin eleştirisine katkı> kitabında analiz edip anlatmıştır. Üç kalın cilt Kapital'de bu konuyu geniş kapsamlı ele almıştır.
Ayni şeyi Nazım Hikmet, <Kuvayı milliye destanında> anlattıklarını <Memleketimde İnsan Manzaraları> kitabında daha kapsamlı ele alması gibi.
Bu kişilerin arkalarından gelen Lenin diyalektik materyalist felsefe ve emeğin yarattığı artı değerin sömürülmesi konusunda ikisinden daha çok kitap yazmış, emeğin sömürülmesini engellemek için Rusya'da monarşik Çarlığı devirerek sosyalist devrimi gerçekleştirmiştir.
Kitlelerin kendi kaderini tayın hakki konusunda da kitaplar yazmış. Bunu da pratikte sağlamıştır.
Her ulus kendi sınırları içindeki topraklarda kendi kaderini tayın hakkına sahiptir. Böylece sosyalist sistem içinde her ulusa devlet kurma hakkı verilmiştir. 
Orta Asya'daki Türk devletleri, (Yanımda staj yapan bir Kırgız öğrenci "Biz böyle ayrı devletler değildik Ruslar bizi ayrı devletler haline getirdi." dedi.) Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, bir yıldır savaşın devam etiği Ukrayna gibi devletleri Lenin yaratmıştır. Sosyalist sistem çökünce bu devletler bağımsız devletler topluluğu şeklinde ortaya çıkmıştır. Putin Ukrayna için "Oralar bizimdi onlara oraları Lenin verdi ben alıyorum." diye Ukrayna'ya savaş açtı.
Savaşın asıl nedeni ve savaştan önce Kırımın işgali Ukrayna'da kalan Kırım ve Azak denizi Rus donanmasının limanıydı. Ukrayna'ya kalınca Rusya Ukrayna'ya kira ödüyordu. Ukrayna'nın NATO'ya girme sevdası Rusya'yı korkuttu Kırımı işgal etti. Savaşla da Azak denizi kıyılarını alarak donanmasını güven altına almaya çalışıyor. Savaşın durdurulması taleplerine "Ukrayna'yı NATO'ya almayın savaşı durdurayım" diye cevap verdi. NATO ülkeleri bunu kabul etmedi. 
Emeğin sömürülmesi kapitalist sistemde sermaye birikimi sağladı. Daha çok sermaye biriktirmek için üretimi daha ucuza  getirmek gerekiyordu bunun içinde bilimsel gelişmelere para yatırmak gerekiyordu. Kapitalist sistem bunu yaptı bilimi ve teknolojiyi geliştirerek daha ucuza üretim yapmayı başardı. Bunda rekabetin büyük önemi var. Sosyalist sistemde rekabet olmadığından. Bu gelişmeyi yapamadı ve çöktü. 
Çin sistemini gevşeterek diş yatırımlara kapı açtı. Ucuz iş gücüne sahip olduğu için, başarılı oldu. Ekonomisi büyüdü ve ayakta kaldı. 

Lenin için uydurulmuş Bir fıkra var onu da burada anlatayım. Lenin'in yazarlığı yanında, çok etkili hitap özelliği varmış. Konuşmasıyla kitleleri galeyana getirip harekete geçirirmiş, böylece sosyalist devrimi gerçekleştirmiştir. 
Lenin ölünce Allah Cebrail'i yanına çağırıp "Git bana Lenin'i getir. O Dünyayı birbirine katıp karıştırdı. Bakalım ne menem adamdır" demiş. 
Cebrail Lenin'i Allah'ın yanında bırakıp dışarı çıkıyor. Uzun zaman geçiyor. Bir hareket olmayınca geri dönüp Allah'ın bulunduğu odanın kapısını açıyor. Gördüklerinden kendi ağzı da açık kalıyor. 
Lenin ile Allah tavla oynuyormuş. 
Allah kafasını kaldırıyor Cebrail'e "Kapıyı kapat yoldaşımla beni yalnız bırak" demiş. 
Öyle gözüküyor Lenin öldükten sonra da boş durmamış Allah'ı kendi yanına çekmiş. 
Orda da rahat durmayacağını tahmin eden Ruslar Lenin'i gömmeyip mumyalamışlar. Kızıl meydanda bir binada halka açık sergiliyorlar. Böylece göz önünde tutup, yeni bir vakaya karışmasının önüne geçiyorlar. 


Peki emeğin sömürülmesi durdu mu. Eğer dursaydı bu günlerde köylüler traktörleriyle Paris ve Bürüksel sokaklarını doldurup trafiği engellemez, Avrupa parlamentosu binası önünde saman yakmaz, İngiltere'de değişik iş kollarında grevler yapılıp bir senedir meydanlar insan kitleleriyle doldurulmazdı.