Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.

Bizden de: Çam sakızı çoban armağanı...!

14 Ekim 2024 Pazartesi

Fosilerinden bir zamanlar dünyada var olduğunu tahmin ettiğimiz dinazorlara ne oldu

Dinazorların neslinin tükenmesini; bir gök cisminin Meksika körfezine çarpıp dünya atmosferinin kirlenmesi sıcaklığın artmasına bağlıyorlar. Bu hep benim kafamı kurcalamıştır. Madem dinazorlar ortadan kalktı diğer hayvan ve canlılar nasıl hayata kaldı. Bu sanırım Darvin ve Walens'in Evrim teorisinde gizli. Dinazor ve dev bitkiler karbon çağında ortaya çıkıyor, atmosferdeki karbonun azalması buna uyum gösterip Evrim geçiren canlıları hayatta tutuyor evrimleşenler yeni ırklar oluşturuyor. Örneğin kuşler uçan dinazorların evrimleşmesi sonucu ortaya çıkıyor. Timsahlar, etobur dinazorların evrimleşmesi sonucu ortaya çıkıyor. Karada yaşiyan diyer dinazorlar küçülerek sürüngelere dönüşüyor, bazıları suya dönüyor semender, vatos ve kiler balığı gibi. Bunlar dinazörlerden evrimleşerek ortaya çıkıyor. Evrimleşemeyip ortama ayak uyduramayan dev hayvan ve bitkilerin nesli tükeniyor, zamanla toprak altında kalıp bügünkü petrol ve kömüre dönüşüyor. Biz bunları kullanarak sanayımizi geliştirdik böylece atmosferi kirleterek karbon oranını artırdık. Bu da bizi yeni karbon çağına taşıyarak, Dinazor ve dev bitkileri geri getirebilir. Bü gün VOA'de bir makale okudum. 1500 yilda 610 kuş türü ortadan kalkarak nesli tükenmiş. Bu hep ortamşartlarına ayak uydurmak için Evrim geçirmeyen canlılar için geçerli bir şeydir.

4 Ağustos 2024 Pazar

Kardeş, kardeşe mevlit okutmazmış


Bir söz var; "Kardeş kardeşe mevlit okutmazmiş."
Bu söz tam babamın amcaları için söylenmiş. Ali amca daha ılımlıydı. Ama kıti Hafiz amca çok egoisti her şeyi kendine isterdi. Ufak tefek kısaboylu biraz esmer tenli, az konuşan bir adamdi. Yaşamayı çok severdi. Devlet ilk defa yaşlılara maaş bağlayınca kendine lacivert renkli takım elbise yaptırdı.
Küçük torunu Turan çarşıda okurken karısı onun yemeğini yapıyordu. O da lacivert elbisesini giyip çarşıda karısıyla birlikte yaşıyor, lacivert elbisesiyle ömrünün son deminde Şavşat sokaklarında volta atıyordu. 
Daha önce karısı, Artvin'de öğretmen okulunda okuyan büyük torunu Yaşar'ın yemeğini yapıyordu. Karısını görmek için ata erzak yükleyip gece gündüz 6 gün hareket edip geceleri açıkta uyuyarak yaşlığına bakmadan Artvin'e gitti. Otobüslerde çalışıyordu, neden öyle yaptı akıl almaz. Kısa olması nedeniyle kıti lakabı yakıştırılmıştı. Benim dedem Osman'i hiç tanımadım. Babam 5 yaşında ikin, 36 yaşında ölmüş.
Araziyi paylaşırken, Ucarmut mevki'indeki araziyi Ali ile Hafiz alıyor, ki bu arazi tiğipir bayırından sellerin getırdiği humusla besleniyor çok verimli, dereden de sulanabiliyor.
Dedem Osman'a Meşenin dibi mevki'indeki araziyi yeriyorlar. Tiğipirin gölgesinde kalan bu arazi soğuk ve verimsizdir. Bir bostan hariç sulama şansı da yok. Üstelik engebeli, düz yerinde de büyük bir kaya var. (Babam bu kayayı lağımla patlatarak çıkan taşla harmanın yol tarafındaki duvarı yaptı. (Duvar, fotağrafın alt kenarında görülen sirıklarla yapılmış çıtin altındadır.) Duvar son zamanlarda yer yer yıkılıp yolu kapadığı için, devlet yolu açmak için duvarı betonda kullanarak yeniden inşa etti. ) Dedem bu kayayı çıkarmak için uğraşırken bağırsaklarını patlatıp 36 yaşında ölüyör.
Öleceği zaman ninem kardeşlerini çağırıyor. Ölmeden görsün diye. Geldiklerin de dedem onların yüzünü görmemek için yattığı yatakta arkasını çeviriyor.
Arazinin iyi bir özelliği, eve yakın olması, arazinin ev tarafında kapı komşumuz malakan Mehmet'in ararazısı var ondan geçilerek gidilebiliyordu. Uzun boylu sarışın tenlı olduğu için, Rus malakanlarına benzediğinden bu lakap yakıştırılmıştı. 
Mehmet'in babası ölünce Mehmet, araziye geçilen yere taştan ev yaptı. Bizi araziye bırakmadı. Bir ömür boyu babam öküz arabasıyla köyü dolaşarak araziden erzak taşıyabiliyordu. Son zamanlarda mahkeme kararıyla yol yerini aldı. Ama artık arazı işlenmiyor, sadece otundan faydalanılıyordu.  
Arazide meyve bahçemiz ve bostanımız vardi. Babam son yıllarında tapusunu aldığı yolu da kullanamadı.
Küresel ısınma nedeniyle aşırı yağışlar ve seller dereyi derinleştimiş, karşıya geçilemez olmuştu. Sular idaresinden çapı geniş beton borular getirtirmiş, ama sağlında iş makinasi getirttirip boruları dereye koydurtturamamiştı. Öldükten sonra malakan Memet'in oğlu Mamza koydutturmuş.
Mahallemizin suyu, yaklaşık bir kilometre yukarıda Abramgil mahallesinde çıkan kaynak suyundan açıkta akan dere ile gelirdi. Dereye bir ahşap oluk konmuş, kaplara suyu bu olduktan doldururduk. 
Annem erken kalkar içme suyu olarak bakır güyümleri doldururdu. Hayvanlar da bizim evin yakınından akan bu derede sulanırdı. 
Derenin kuzey doğu tarafında mahallenin asırlık mezarlığı vardı. Ama mezarlık etrafında arazısi olan kişiler tarafından bir kaç metre işgal edilmişti. 
Araziyi paylaşması bitince kıti Hafiz, Ali'ye su Osman'ın yerinde kaldı, bizi suya bırakmaz demiş.
Bizim kapının kuzeyinde olan dere mezarlığa doğru üç parça halinde bölüşülmüş. Bize alt taraf düşmüş. Dedemde mezarlık tarafına bir ceviz ağacı dikmiş. Sert kabuklu (kirkit) olan ağaç halen hayatta. 
Derenin eve taraf olan bölgesını bütün mahalle hayvanlarını sulamak için küllanıyor. Açık göz, gözü toprakla doymayan kıti Hafiz, Ali'ye, Ali bu taraf senin mezarlık tarafı benim olsun demiş, uysal olan Ali de kabul etmiş. Mezarlık tarafı yüksek arazi idi. Mezarlığı da işgal edip Hafız burayı çitle çevirip erik ağacı dikti. Cevizin gölgesinde, ağaçlar fazla büyümedi. Meyve getirdiklerine de hiç şahit olduğumu hatırlamıyorum. Dereyle erikliğin zemıni arasında 1,5-2 mrtre kod farkı vardi. Elle su taşımanın dışında erikleri sulama şansı yoktu. Onun çitiyle bizim ceviz arasında 50 cm boşluk vardı. Ben buradan geçerdim. Bir gün gözü toprakla doymayan, kıti Hafiz koknar sırıklarla yaptığı çiti bizim cevize kadar çekmişti. Babam da çiti söküp sırıkları mezarlığa fılatmişti. Benımde orada bulunduğu bir sırada kıti Hafiz geldi sırığın birini alıp babama vurmak için kaldırdı dengesi bozularak sırıkla birlikte sıt üstü düştü. Babam koşup sırığın diğer ucundan yakaladı. Babam ona vurur diye Hafız tuttuğu sırığı bırakmıyor. Babam genç adam. Sırığı çekerek mezar taşları üzerinde kıt Hafiz'i sürüklemeye başladı. Bir süre sonra mahalleli gelip kavgayı durdurdu.
Hafiz ve oğlu Zabit öldükten sonra Zabitin öğretmen olan oğulları ahşap olan evlerini satıp köyü terk etti.
Köy babama kaldı. 
Devlet mahalleye demir boru ile aynı suyu kaynağından alıp, mahallenin ortasında çeşmeden akıttı. Böylece derenın önemi kalmadı. 
Babam Ali'nin oğlu Meydan'a bitişik tarlamız olan Maskara mevkisinde yer vererek deredeki onlara düşen araziyi aldi. Derenin ev tarafını duvar yaparak sel sularının mezarlık tarafındaki kıti Hafiz'in erikliğini götürmesini sağladi. Dere suyu şimdi bizim mezarlık tarafındaki cevizin kökleri altından akıyor. Ceviz devrildi devrilecek. Babam her seferinde duvarı mezarlık tarafına çekmiş, duvara cevizin üst tarafından toprak atmış. Burası derinleşince dereyi cevizin arkasından geçirme fikri kafasında canlanmış. 
Son yıllarında Bandırma'ya beni görmek için gelmişti. Amcası kıti Hafızın sağlığında ona yaptıklarının ocunu alır gibi davranıyordu. "Dereyi cevizin üst tarafından geçırecem" dedi.
Baba, orası yüksektir nasıl olacak o iş dedim. Bir kısmını yaptım dedi. Ama o iş için ömrü vefa etmedi. Ölüsü de orada çalıştığı yede çürümüş halde bulundu. Yanında da taş çıkarmak için kullanılan, iş aracı ağır bir levye vardı. Candarma suç aleti diye levyeyi çarşıya götürmüş, otopsi de suça raslanmayınca, daha sonra levyeyi, kız kardeşim Sevim'e verdiler. Şimdi dükkanda duruyor.
Öldüğü yeri görmek için gittiğimde derenin aktığı cevizin altını taşla doldurduğunu, cevizin üsttarafında hiç bir çalışma yapamadığını gördum. Derenin önünü açmak için cevizin altındaki taşları boşaltım şimdi cevizin gövdesi altı boş havada duruyor. Sadece mezarlık tarafındaki köklerle toprğa bağli. Babam yükü azaltmak için cevizi iyice budamış. 

25 Haziran 2024 Salı

Sıgarayla Bağımlılığı


Sıgara bağımlılığı öyle bir kötü şeydir ki ondan kurtulmak nerdeyse imkansızdır.
Bu hikayeyi okuduğunuz da servetin, sıgara bağımlılığının kaybettirdiği hayatınızı kurtaramıyacağını göreceksiniz.
Erdek Orman köyden iki kilomètre ileride yerleşim yerine açık olmayan kısa bir kumsalı olan manastır dedikleri bir koy vardır. Bir kaç tarla ve orman girişinde eski bir manastırın temel kalıntılarından başka bir şey yoktur.
Bir gün hanım la yürüyüş yaparken deniz kenarında kumsalın sol bitişiğindeki tepenin  yamacına pırefabrik inşaat yapıldığını gördük. Yakında köy varken inşaat izni olmayan bu ıssız yere neden inşaat yapıldığını merak ettim. Hanıma "Bu adamın Burda canı sıkılır, ikide bir köye gelir dedim. Şimdi çalışanlar olduğundan canı sıkılmıyordur."
Zaman geçınce adamı sık sık köy kahvesinde görüyordum.
Adam 4 adet prefabrik ev yaptırdı. Biri yatının kaptani, biri özel şöförü biri bekçi biri de kendisi için. Ocaklar'dan taş taşıtıp kumsal tarafına güzel duvar çektirdi. Duvarın üst tarafındaki bölgeye odun ateşli ekmek fırını yaptırdı. Adam bir zamanlar fırıncılık yapmış. Köylülere yaranmak için ekmek pişirir köyde dağıtırdı. Bayramlarda erzak ta dağıtırdı. Camiyi genişleme çalışması ve içeride kadınlar için asma kat yaptı. Muhtarın küçük oğluna fabrikasında iş verdiğini duydum.
Bir süre sonra muhtarın şikayeti üzerine binaları devlet yıktı. Haber vermişler. Kendi kaldığı yeri sokmüş. Sonra tekrar kurdu. Yatı bir ara kıyıda direkler üzerine kaldırılmış gördüm. Daha sonra o da kayboldu.
Ortadan geçen yolun sağ tarafında kuyusu olan büyük bir de tarla satın almıştı suyu bu kuyudan alıyordu. Bekçisi her sene bu tarlaya soğan eker, satardı. Bu tarlayla kumsal arasında Kara Mehmet dedikleri yaşli ve dul bir adama ait küçük bir tarla vardı. Kahvede adamı sıkıştırmış tarlayı satmasını istiyordu. Tarlayı satarsan seni evlendiririm diyordu. Kumsala tamamen el koyar diye tarlayı satmadılar. Evlerin önündeki bahçeye iri ağaçlar dikti orasını cennete çevirdi. İnek aldı. Yamaca tel örgu çekip, keçi, tavuk tavşan yerleştirdi. Yat ortadan kaybolunca orta boy teknelerini barındırmak için denize betonarme duvar çekip liman yaptı. Kumsalı tıraktörle sürdürerek temizletti. 
Hanımla sık sık manastıra adamın ev yaptığı tepenin arkasındaki kayalıklara bin bir zahmetle geçer sargana tutardık. 
Bir seferinde dönerken adam fırının yanında masada tek başına oturmuş Sıgarasını tellendiriyordu.
Adamla tanışmak istiyordum. Yanına gelebilirmiyiz dedim.
Gelin dedi. Onun da insana ihtiyacı olduğu yüzünden okunuyordu.
Yaptırdığı taş merdivenleri tırmanıp yanına çıktık. Tırabzun'lu imiş. Of çayın sahibi imiş. Ben de üniveteyi  Trabzon'da okuduğumu söyledim. KTÜ'demi dedi. Evet dedim. Evleri yeni yıkmışlardı. Kendi evini ve bekçi için yeniden ev yapmıştı.
"Evleri yıkan adam kalp krizi geçirmiş hastahaneye kaldırmışlar" dedi. Hanım, "Hastahaneye kaldırmışlarsa kurtarmışlardır" dedi.
Elektriği çatıya koyduğu güneş panellerinden sağlıyordu. Daha sonra tırafo da koydurup şebekeye bağlandı. 
Ben, köyün orta yerinde arsa aldığımı, onun neden bu ıssız yere masraf yaptığını sordum. Ak ciyer kanserinden ameliyat olduğunu, doktor, ancak temiz havalı yerde yaşayabileceğini söylemiş, yatla geçerken burayı bulduğunu buradan daha temiz havalı yer alamıyacağını düşünüp araziyi satın almış. Bunları anlatırken elindeki sıgarayı fırlatıp atti. "Bunun yüzünden ciğerlerimi kestirdim" dedi. Yaşamayı seviyor yaşamak için kendine her çeşit imkanı sağlıyor. Ama sıgara bağımlılığından kurtulamıyor, onu ölüme götürdüğü halde içmeye devam ediyor.
Tepeyi devletten 20 yıllığına kiralayıp çam dikmesini söyledim.
Neden yırmı yıl dedi. Kırkını geçmişindir. Yırmi yıl sora altmışını geçersin ömründe biter dedim. Ben yuzotuz yaşına kadar yaşarim dedi. Bir kaç yıl içerisinde öldü.
Bir gün dağa tırmanırken, arkadaki eski komşumuz Cemal dedeyi bayır bacakta kantoran otu toplarken rasladim. (Onu suda kaynatıp, onunla yıkanıyormuş.) 
Cemal dede Burda ne yapıyorsun dedim. 
Ecdahari kovalıyorum dedi. 
Bu adamda Ecdahardan kaçmak için, manastıra sığınmiş. Kendi Ecdahari olan elındeki sıgara peşini bırakmamış. 
Hanımın babası sıgara bağımlısıydı. Kalp damar rahatsızlığı ortaya çıkınca doktoru, sıgarayı bırakmasını tavsiye etmiş, o da bırakmış. Vucudunda çıbanlar çıkmaya başlamış, doktoru az miktarda içmesini söylemiş. İçince çıbanlar kaybolmuş. Kalp damar rahatsızlığından öldü. 
Türkiye'nin en zengin adamı Vehbi Koç. Son zamanlarında hastahaneden tekerlekli araba ile çıkarken "Doktorlar sıgarayı yasakladı." diyerek gazetecilere şikayette bulunuyordu. 
İş yerinde makina mühendisi Muzaffer şu olayı anlattı: Sıgara bağımlısı bir adamın ayak parmakları kankıren oluyor, parmakları kesip alıyorlar. Sıgarayı bırakamıyor, içmeye devam ediyor. Bu sesefer ayağı kankıren oluyor. Bilekten kesip ayağınıda alıyorlar. Sigara içmeye devam ediyor kankıren de devam ediyor, diz kapağından kesip bacağını alıyorlar. Gerisini siz tahmin edin.
Babamın amcası Ali amca sıgara bağımlısıydı. Bacağı kankıren oldu. Artvin'e hastahaneye götürdüler. Hiç birşey yapmadan eve göndermişler. Bacağının çürüyen kokan yerlerini oğlu Meydan usturayla temizleyip ayıklıyormuş. Yıkarken ölüsünü Feto bibinin kocası Aleddin görmüş bacaği kemikten ibaretmiş.
Bir gün bizim harmana gelmiş volta atıyor. Yolu gözlüyor, "Gena galmadı" diye mırıldanıyordu. Meyer çarşıya sıgara sıparışı vermiş. Onu bekliyormuş. Sıgarasızlık sıktığı için yerinde duramıyor ayaklarinı yere vurup kaldırıyor.
Bandırma'da bitişik komşumuz apartman yöneticiliği yapan, astsubay emeklisi İhsan bey sıgara yüzünden kanserden öldü. Hastahanede ölüm döşeğinde yatarken sağ elinin iki parmağını sıgara tutar gini yapip iki de bir ağzına götürüyormuş. 

Su kaçıran toprak güvecin tamiri


Bu Şeytan köy ne mahrumiyetli menem yerse, beni çatlamış su kaçıran ocakta odun ateşinde yemek pişirdiğim toprak güveci tamir etmeye zorladı.
Kara lahana yapraklarını toplayıp pişırdım yaprak sarmak için, bütün gün uğraşıp yaprağı sarıp güvece yerleştirdim. Artanını buzdolabı poşetine yeleştırip dolaba koydum. Kalan lahanaları söküp toprağa gömdüm.
Güveçteki sarmaları ocak ateşinde pişirip akşam yemeğinde bir tabak yedim. Bir şey hissetmedim.
Güveçi sefertasına boşaltırken Altan bir sıra sarmanın alt kısımlarının kömürleştiğni gördum. Sık sıkta pişerken su ilave ediyordum. Neden kömürleştiğni merak etmeye başladım.
Altan kömürleşenlerı atım. Kalanını her akşam bir tabak ısıtarak yedim. Isıtırken yoğun yanık kokusu çıkıyordu. Yerken fazla farketmedim.
Bulaşıklı güvece ertesi sabah yıkama şartıyla biraz su koydum. Tüplü ocağın üzerinde bıraktım. Sabah baktığımda suyu ocağa sızdığını gördüm. O zaman anladımki güveç kaçırmış. Bayram öncesi idi. Arkadaki komşu bayramda getirir diye resmini çekip gönderdim. Ama yoğun işi nedeniyle bayramda gelemedi.
Oturduğum çardağın altını kazarak kil toprağı çıkardım. Burası antik evin zemini olduğundan alttan rütübet yapmasın diye kille döşemişler.
O kili suyla yoğurup hamur kıvamına getirip güvecin altına sıvadım. Bu arada çatlaklari bıçağın ucuyla çizip derinleştirdim.
Bir hafta kuruduktan sonra tüplü ocağa koyup altan toprağı pişırmeye çalıştım. Bunu iki aşamada yaptım. Birincisinde güveçten yoğun buhar çıkıyordu. Ertesi gün tekrar pişirdim. Buhar çıkmadı. Soğuyunca su koydum kaçırmadı. 
Etli kemikler vardı. Tüplü ocakta bu güveçte mercimek çorbası yaptım. Kaçırır diye yedekte paslanmaz tencereyi bekletiyordum. Problem çıkmadı.
Dolaptaki yaprakları çıkarıp bu güveçte sarma yaptım. Odun ateşinde ocakta pişirdim. Gayet güzel oldu. Sabah güveci yıkarken resimde de gördüğünüz gibi yaptığım sıva dökülmeye başlamış. Bu arada kalan lahana yapraklarını değerlendirmiş olduk.
Recep komşu İstanbul'dan gelirken Karacabey'de güveç satan yere uğramış ben watsapp'tan görüntülü aradı güveçleri gösterdi benim güvecin aynısını raftan seçtim alıp getirdi.
Tamir ettiğim kaçırmıyor, dolabın alt rafına yerleştirdim. Kapağını yedek olarak kullanabilirim. Diğerinin başına bir şey gelirse. 

25 Nisan 2024 Perşembe

Platon yada Eflatun


Pilaton'u okuyorum. Dünyanın su, hava, toprak ve ateş gibi dört unsurdan yada dört maddeden oluştuğunu söylüyor, anlattıklarını bunlara bağlamaya çalışıyor.
Ateşin, yanmanın ne olduğunu filojistonlular gibi anlamlandıramıyor. Akciyerlere giren havanın içerideki sıcak havayı iterek dışarı çıkardığını söylüyor. Ama bu havanın bir yanma sonucu ısındığını bilemiyor. Ağzını burnunu kapatıp havasız kalmayı denememiş, bunun zarunlu ve gerekli olduğunu bilememiş.
Anatomıden bahsediyor, bunların tanrının böyle yarattığı için böyle olduğunu söylüyor.
Mısırlıların icat ettiği ruhtan bahsediyor. Ruhun göbekle deri arasında olduğu karaciğer ve dalakla bağlantıları olduğunu söylüyor. Hayvanların ihtiyaç duyduğu pençe ve kıların vucudun çıkış yerlerinde tırnak ve saçların insanda da bulunduğunu söylüyor.
Platon vucuda giren gıdalar ateş yardımıyla parçalanarak küçültülür, damarlarla vucudun her tarafına taşınır. Damardaki sıvı kırmızıdır. Biz buma kan diyoruz. Soluk almayla beraber bu gıdalar vücuttaki boşlukları doldurur. Vucuda gren gıda az ise çökmeye, çok ise büyümeye neden olur diyor.
Hastalıklar; Ateş, hava, su ve torağın birleşimi ve ayrılması esnasında meydana gelen sorunlardan kaynaklanıyor, diyor Eflatun.
Canlinin ruh ve vucut gibi iki unsurdan meydana geldiğini, ruh, vucudu canlı tuttuğunu, vucutta, ruhu beslediğini söylüyor Eflatun. Ruhun aktif olması için devamlı eğitim alması yeni şeyler öğrenmesi, vucudun da devamlı hareket halıne olması, spor yapması gerektiğini söylüyor. Bu fikir bu günde geçerlidir. Tabii ruh yerine aklı koymak gerekir.
Platon alın yazısından bahsediyor. Bundan sakınılamıyacağını, vaktı gelince gerçekleşeceğını söylüyor. 
Demek ki bu safsata da, antik çağdan beri zihnimize işlenmiş.
Tanrı insanda üç ruh yarattığını bunları vucudun çeşitli yerlerine koyduğunu söylüyor Pilaton. Bunlardan biri tembellik ederse diğerinin gücü artar diyor. Üçüncü ruh vucudun üst tarafına konulduğunu, bunun göklerdeki kardeşlerimizle bağlantılı olduğunu söylüyor. 
Bu günkü dünya inancıyla ve antik mısırdakiyle aynı. Ruhların göklere çekildiği varsayımı.
Mısır Giza'da üç piramit yapılmasının sebebi üçlü Sriyos takım yıdızıyla bağlantı sağlamak amaçlanmış. 

20 Nisan 2024 Cumartesi

Ön cam veya böcek


Amerikan atasözü: ön cam veya böcek. Ön camdan yolu görürüz, arabayı dikkatli süreriz. Bu arada ön cama böcekler çarparak perde oluşturur, önümüzü rahat göremeyiz.
Bazı günler işler yolunda gider. "Şanslı günümdeyim" deriz. Her şeyi istediğimiz gibi yaparız. Yani ön cam. Bazı günlerde aksi olur, hiç bir şey yolunda gitmez. Yani böcek!
Batıl inancım yoktur. Şansa inanmam, hiç bir zaman da, işimi şansa bırakmam. Ama böyle tesadüfi günler yaşanmıyor değil.
Geçen pazartesi aynen böyle bir gün yaşadım. 
Genelde ihtiyaçlarımı buradaki market ve pazardan temin eder, kirli hava solumamak için mecbur kalmayınca şehre inmem.
Param, suyum bitmişti. Bankada işim vardı. Pazartesi şehrin arka sokaklarında pazar yeri kuruluyor pazardan ihtiyaçlarımı karşılamak ve diğer işlerimi halletmek için şehre indim. 
Bankada, fiyatı artan apartman aidatını ziraata EFT yaptırmak için bankaya girdim. Görevli kadın bu işi iç cep uygulamasıyla yaparsak para kesmiyor dedi. Cep telefonum yanımda yoktu. O işi yapamadım. Parayı çektim. 
Pazar yapıp, balık ve suyu aldıktan sonra eve döndüm. Erzakları yerleştirirken. Muzun olmadığını fark etim. Birde pazar arabası tekerini tutan segmanın düştüğünü gördüm. Bunları bulmak için telefonumda alıp geri döndüm. Önce bankadaki işimi hallettim. Sonra pazar yerinde tezgahta unuttuğum muzu aldım. Yol üzerindeki kasaptan yazın kullanacağım etleri aldım. Adam çok güzel et verdi. Banyodaki havlu peçete tutacağının duvara bağlantı parçası kırıktı, nalburlarda bulamamıştım. Yol üstündeki nalburda buldum. Kaybolan segmanı aramak için su doldurduğum yere doğru yürüdüm yarı yolda onu da buldum. 
Köye gidene kadar, artık şehirde işim kalmadı. 
Eve döndüm. Köydeki ortak arsamız olan komşumuz aradı ziyaretime geliyormuş. Karısı ve kızıyla geldiler. Yıllar sonra evime insan girdi. Mutlu oldum. Yemekten sonra yürüyüşe çıktığımda alacağım olan hurdacıya rastladım, paramı verdi.
Gün sonunda o kadar yorulmuştum ki, iki gün kendime gelemedim. 
Böyle her olumlu şeylerin bir günde toplanması insanlarda "Şanslı günümdeyim" inancı oluşturuyor. Yada Amerikalıların dediği gibi: Ön cam durumundayım. 

3 Mart 2024 Pazar

Ağustos böceğinin gizemi ve Evrim teorisi


 Bu ağustos böcekleri ne menem hayvanlarsa hayatlarının 17 yılını toprak altında geçirir son yıllarında çiftleşmek için dışarı çıkar, ağaçlara yumurtalarını bırakır olgunlaşan lavralar yere düşer, kabuklarından ayrılarak toprağa girer ağaç köklerindeki öz suyla beslenerek gelişirler. 
Kanatlarını çırparak ses çıkarırlar. Çıkardıkları ses dişileri çiftleşmek için çağırmalarıdır bu Fransız La Fontaine'in masallarına (Fable) konu olmuştur. (Ağustos böceği ile karınca.) Burada karınca çalışkan diğeri tembel olarak ifade edilir. Kışın karıncadan yardım istemeye giden ağustos böceğine karınca "Yazı şarkı söyleyerek geçirdin şimdi de açlıktan ölürken dans et" diyerek yardım etmez. 

İngiltere'nin altın çağı olan 18. yüzyıl Viktorya döneminde türlerin doğal seleksiyonla (seçilimle) evrimleştiğini birbirinden bağımsız ortaya atan Alfred Russel Wallace ve Charles Darwin işe ağustos böceği toplamakla başlamıştır. Darwin o kadar meraklıymişki bir kabuğu kaldırarak iki farklı tür ağustos böceği bulmuş her ikisini iki eline almiş, bir üçüncü türü görünce onu kaçırmamak için sağ elindekini ağzına atmış.

Wallace'nin arkadaşi Henry Bates'te ağustos böceği topluyordu. Küçük bir alanda binlerce çeşit ağustos böceği  olduğunu Wallance'ye söyledi. Bates, Böceklerin taklitçiliği konusunda kitap yazmıştır. Bu iki arkadaş canlı türleri toplamak için Amazon bölgesine gitmiştir. Maksat değişik türleri toplayıp İngiltere'de kolleksiyonculara satıp para kazanacaklardır. Amazonda yolları ayrılır. Walance topladığı türlerle reçine yüklü bir gemiyle dönmektedır. Gemide yangın çıkar bütün koleksiyonu yanar.

Darwin Güney Amerika ve Galapagos adamlarından topladığı canlı türleriyle İngitere'ye dönmüştür. Maltus'un makalesini okumaktadır. Maltus Nufus artışi gıda maddesi üretiminden fazla olduğundan bahsetmektedir. Darwin topladığı kanıtlar ve yaptığı gözlemler sonucu Maltus'u duyunca şu kanıya varmış. Canlılar ortam şartlarına uyum sağlıyararak değışim geçirmiş en güçlüler hayatta kalarak doğal seçilime uğramışlardır. Bunu bir makale haline getirerek öldükten sonra yayınlanması için karısına verir. Maksadı onurunun kendisine verilmesidir.

Walance araştırmaları yapmak için bu sefer uzak doğuya Endonezya adalarına gitmiştir. Yaptığı gözlemlerde batıdaki adalarda Asya türü hayvanların doğudaki adalarda ise Avusturalya türü hayvanların bulunduğunu tesbit etmiştir. Bu aradaki sınıra halen Walance sınırı denir. Walance burada ateşli bir hastalığa tutulur. Bu sırada hastalıkla cebelleşirken bir gece Maltus'un makalesini okur Darwın'le aynı kanıya varır makalesini yazarak Darwin'e gönderir. Darwın'ın de bu konuyla ilgilendiğini bilmektedir. Makaleyi yayıncıya göstermesini uygun görürlerse yayınlanmasını istemektedir. Yazı Darwin'in eline geçince. Sanki bir kaç yıl önce kendi buluşu çalınmış gibi hisseder. Yayıncı bir toplantı yaparak Darwin'in makalesini yayınlar. Walance olgun adamdır. Hakkından feragat eder.